Yazar

Eda Özgüler

Browsing

Yeniden vizyon panosu konusuyla karşınızdayıııım.

Haydi gelin, bu sene siz de bir değişiklik yapın, katılın bu akıma. 2025 yılında gerçekleşmesini seçtiğiniz, niyetine girdiğiniz, sizi heyecanlandıran, ” olsa ne güzel olur. ” dediğiniz her şeyin görselini bulun ve bir mantar panoya ya da bir kartona bu görselleri yerleştirerek kolaj hazırlayın. Bunun için dergiler, gazetelerden faydalanabileceğiniz gibi -son dönemde benim de tercihim- internette araştırıp o resmin çıktısını da alabilirsiniz. Eğer sizin arzunuzu tam anlatan görseli bir türlü bulamazsanız, kelimelerden, cümlelerden de faydalanabilirsiniz. Ve finalde hazırladığınız panoyu her gün görebileceğiniz yere asarsanız siz de yeni yıla hazırsınız demektiiir:)

Şimdi gelelim vizyon panosu çalışması ile ilgili farkında olmanızı istediğim birkaç önemli noktaya:

  1. Hayalinizi tam yansıtan görseli bulana kadar aramaya devam edin. Yoksa herhangi bir görsel, sizde heyecan oluşturmayabilir ve sadece bir görsel olarak kalabilir.

2 . Vizyon panosunun, seçimlerinizi bilinçdışına tanıtmanın ve seçiminize ait titreşimi aktive etmenin yanısıra itici güç etkisi de vardır. Motivasyon kaynaklarındadır, harekete geçirebilir.  Sadece bunun için bile yapabilirsiniz.

3. Eğer vizyonunuzun içine giremiyorsanız, orada hissedeceğiniz duyguyu aktive edemiyorsanız, onlar ortaya çıktığında ‘kim’ olacağınızı bilmiyorsanız, bir ihtimal panodaki vizyonunuz gerçekleşmeyebilir. Panonun amaçlarından biri de, frekansınızı arzuladığınız gerçeklikle uyumlu hale getirebilmektir. Bir kaç ay geçtikten sonra, frekansınızın değişmediğini  ve hatta panoya bakarken” Neden hala olmadı?” gibi yokluk alanına çekildiğinizi farkederseniz, panoyu ortadan kaldırabilirsiniz. Görevi bu değil çünkü.

4. Panoyu eğlenceli hale getirin. Hayati yapmasaydınız hayatı, bu yıl nelerle eğlenmek isterdiniz? Aktiviteleri, neşeli anlarla ilgili konuları unutmayın. Size neşey, eğlenceyi, kolaylığı, ihtişamı hatırlatan her şey olabilir.

Ve son olarak hatırlatmaktan hiç bıkmayacağım konu şu ki; hiçbir hedef sizi bugünden koparmasın olur mu?  Hayallerimiz, hedeflerimiz olsun ama mümkünse her güne, bir anı, bir tat bırakmadan günü bitirmeyin. Gerçek olan tek an, bu an. Bu anı kaçırmayın. Günü bitirirken ” iyi ki ” dediğiniz anlarınız olsun. Dilerim olsun.

Yeni yıl hepimize ışıl ışıl gelsin. Sağlıkla, huzurla, aşkla, kolaylıkla, zenginliklerle…

Görüşmek üzere

 

 

Vizyon panosunu daha önce duydunuz mu?

O yıl ortaya çıkmasını istediğiniz, seçtiğiniz her şeyi görsel olarak hazırlıyor ve hepsini bir panoda toparlıyor, görebileceğiniz bir yere asıyorsunuz. Bu panoya ‘vizyon panosu’ diyoruz.  Daha önceleri çok kez anlatmış olsam da, bu yıl da yeniden zevkle nasıl yapacağınızı detaylı bir şekilde anlatacağım. Çünkü çok seviyorum:)

Bu çalışmayı öğrendiğimden beri ben de yıllardır Aralık ayının sonlarına doğru ya da Ocak ayında vizyon panomu hazırlar ve yılın son günü okumak şartıyla tüm detaylarıyla o yıla dair kendime mektup yazarım. Bunu grup çalışması olarak yaptığımız zamanlar da oldu, yüz yüze çalıştığım zamanlarda. Birlik enerjisi ve heyecanıyla hazırlamanın etkisi de bambaşka. Dilerim yeniden böyle etkinliklerle buluşma şansımız olur.

Hatırlıyorum, bu yıllar içinde yapmadığım zamanlar da oldu panoyu. Sadece hayat ne getiriyorsa onu almayı, onun içinde kalmayı ve kabul etmeyi seçtiğim yıllardı. Bu da bir seçim.

Birkaç yıldır kendi hayatımda dikkatimi çeken birşey oluyor bununla ilgili . Özellikle yılın son aylarına giriş yapmamızla birlikte hayatımdaki dönüşümler hız kazanıyor. Sanki, vizyon panomda olanlar, yıl kapanmadan tamamlanması gereken görev listesiymiş de, hızla tamamlanmaya çalışıyor gibi hummalı bir çalışma başlıyor sistemde, çok garip 🙂 Şükürler olsun.

Bu yıl da aynısı oluyor. Panoma şöyle bir bakarken, neler gerçekleşti ve gerçekleşmeyi bekleyen neler var diye gözden geçirirken bir seçimimin şuana kadar ortaya çıkmadığını gördüm. Aslında olsun diye girişimlerim olan ama bir türlü gerçekleşmeyen bir isteğim. Veee sonra ne oldu???? Benim bunu düşünmemin ardından hemen karşıma çıktııı… Çabasız. Kendiliğinden. Hem de yıl bitimine birkaç gün kala. Heyecanı, coşkusu ve o derin minnet hali. Oldu oldu oldu:)  Sanırım bu 3 kelime en çok buraya yakışırdı:)

Tam da bu anın coşkusuyla ve vesilesiyle bir hatırlatma yapmak istedim bugün. Vizyon panosuna eklediklerimiz, onları seçmemizle ilgili. İstemekle değil, hakikaten istemenin ötesine geçmekle ilgili. Vizyonun içinde olmak, orada konumlanmakla ilgili.

Seçim dediğimiz, çabasız bir yer. Çabalayarak bulunan, aranan, ulaşılan bir yer değil. Çekiştirilen, ittirilen, koşulan bir yer hiç değil.

Seçim anda. Hemen şu anda.

“Neyi seçiyorum? ” “Hayatımda ne ortaya çıksın?” ” Bu ortaya çıktığında ben kim olacağım, nasıl hissedeceğim?”

İşte bunun içinde olmak. O hissi sistemimize tanıtmak, hatırlatmak ve aktive etmek.

Seçim varsa, orada öncelikle OL-MAK var. O kişi olmak, o seçimin kendisi olmak.

Bu, tohum ekmek gibi. Önce ekeriz ve sonra bakım verir, bekleriz. Karşımıza çıkan işaretler, fırsatlar , enerjinin harekete geçtiğine dair sinyaller, bazen kolaylaştırıcılar… Tüm bunlar seçtiğimizin göstergelerindendir. Başlatma enerjisi.

Bazense bazı konularda beklemeyiz bile, anda ortaya çıkar. Hemen o an. Hayatınızda, içinizden bir anlığına geçirdiğiniz ve ortaya çıkan şeyler var mı sizin de? Dilerim bu deneyimi yaşamışsınızdır.

Ve işte o alışkın olduğumuz YAP-ma kısmı asıl bundan sonra devreye girer, ” Nasıl?” kısmı bize duyurulur.

“Git ve onu al. ” “O kişiyi ara” “Evden dışarı çık.” ” O arkadaşınla buluş. ” “O eğitimi al. ” “O ilana başvur ” “O adımı at.” “Yeter ki o adımı at. ” “Bunun üzerine çalışmaya başlayabilirsin. ” Fırsatlar, işaretler ve adımlar böyle ve buna benzer versiyonlarla gelir.

Biz bunun tam tersi formunu kullandığımızda, daha ne istediğimizde netleşmemişken, seçmemişken, gözümüzde o formu canlandırıp içine yerleşememişken, enerjisiyle hizalanamamışken  ” Şimdi ne yapacağım? Bunu nasıl yapacağım? Nasıl yapacağımı bilmiyorum. ” sorularıyla arzuladığımız hayatla aramızdaki mesafeyi gitgide açıyoruz farkında olmadan. Ne içinde olduğumuz andan memnun oluyoruz ne de o yere gidebiliyoruz…

Bir farklılık yapmayı seçerseniz siz de bu sene, ben vizyon panosunu anlatana kadar, bu yazıyı okuduktan sonra, ertelemeden kendinize vakit ayırın. Ruhunuzun fısıltısını, bedeninizin arzusunu duyabileceğiniz bir alan oluşturun ve alın kağıt kalemi elinize. ” Ben bu hayatı nasıl deneyimlemek istiyorum? Neler olsun? Kimler olsun? Ben bunların içinde nasıl hissedeyim? ” Sadece bu yıl olarak düşünmeden, hayata bütünüyle bakarak yazın. İstediklerinizi duyamıyorsanız, neyi istemediğinizi yazarak başlayabilirsiniz. Buradan istediklerinize sırayla ulaşabilirsiniz. ” Böyle olsun istemiyorum, Şöyle hissetmek istemiyorum… O zaman ne istiyorum? ” Kendinizi böyle böyle duyabilirsiniz.

Eğer tıkanırsanız, duymakta zorlanırsanız bana mailimden ulaşabilirsiniz. İsteklerinizde netleşmek ve seçim noktasına gitmek konusunda birlikte ilerleyebiliriz. Ne dersiniz?

Haydi o zaman, siz seçimlerinizi yazarken ben de yeni yazımı hazırlayayım ve bir sonraki aşamaya, yazdıklarınızı görselleştirmeye geçelim.

Görüşmek üzere

 

 

“Kalbin sesi çok zayıf ve çok kısık çıkar. Beynin sesiyse çok gürültülüdür, bağırır çağırır durur. Kalp fısıldar. Beyin haykırır.” diyor Osho.

O halde ihtiyacımız olan, rehberlik edecek ilk şey fısıltıyı duyabilmek. Duyabilmek için dinleme zamanı verebilmek.  Sonra duyduklarını anlayabilmek. Anladıklarını uygulayabilmek. Uygulamaya cesaret edebilmek. Belki bazen eklemek, bazen değiştirmek, bazen çıkarmak, bazen terketmek…

Kalabalık şehirlerde, kalabalık günlerin, kalabalık seslerin içinde bunu duymak ne mümkün ama değil mi? 
En çok neyi duyuyoruz peki ? Çoğunlukla zihni, bazen ona bile vaktimiz olmayabiliyor. Öyle bir yoğunluk. Garip.

Fısıltıyı duymaya karar verdiğimde,
3 yıl kadar önce. ( Son yazımın tarihine bakınca inanamadım. Sahiden 3 Yıldır yazmamış mıyım?… )  Çağrı geldi. Bir davet vardı. Daha önceleri çok kez gelen ve benim bir türlü icabet edemediğim. Enerjimi nereye kullanmam gerektiği fısıltısını duymaktan sorumluydum artık.  Duyduklarımı da uygulamaktan.      Buradan, sosyal medyadan tamamen uzaklaşmanın, enerjimi sadece kendime, aileme, seanslarıma, eğitimlere kullanmanın zamanı gelmişti. 

Şimdiyse inziva bitti. Bunun fısıltısını duymak da şahane geldi. Ağustos ayı gibiydi de ben daha yeni gelebildim:)
Yazarken farkettim ki, buradan yazmayı, paylaşmayı, aktarmayı özlemişim.
Ne yazacağımı düşünmeyi…
Sonra bir müzik açıp sadece akana izin vermeyi…

Başlangıçların yanında gelen o ilk garip hislerle bir giriş yapayım dedim. Kısa sürede oryante olurum eminim:)

E o zaman nerede kalmıştık? 🙂

Hangi kelime ya da cümle ya da konu size ve biricik hayatınıza  katkı olacaksa onlar aksın benden dilerim. Şifası okur okumaz aksın hayatınızın her yerine.

Kolaylıkla ve neşeyle

” Kendinizi anlatın.” desem neler derdiniz?  Hangi sıfatlar gelirdi aklınıza ? Buna bir bakın olur mu? En iyisi yazın. Sonra biraz daha derinleşin burada. Bunları kim söyledi size? İlk kimden duydunuz böyle biri olduğunuzu? Etiketlerinize bakın. Kaç yaşındaydınız ve ilk kez kim söyledi bunu ve hiç değişme payı bırakmadan – ki belki de öyle değildiniz – bugüne taşıdınız? 

Ya esneseyebilseydiniz? Kutupluluk üzerinden gideceksek , bugün dağınıkken, yarın düzenli olmayı seçebilme hakkınız olduğunu bilseydiniz? Bugün neşeliyken, yarın hüzünlü olmaya hakkınız olduğunu da? Dün tembelken, bugün çalışkan olma hakkınız olduğunu da? Kaç kez tembel dediler ve “evet ebeveynlerim haksız olamazlar, o zaman öyleyim” dediniz ve bugün ve her gün bunu ispatlamaya çalışıyorsunuz? Ya da sırf öyle demesinler diye olmadığınız biriymiş gibi davranıyorsunuz? Bu siz değilsiniz. Bu size söylenenler. Etiketleriniz. Ya da belki öylesiniz. Ama bunu kötü kıldınız ya da iyi. Ancak böyle kabul edildiğinize ve sevildiğinize inandınız.

Önce kendi etiketlerinizi farkederseniz, sonra bunu çocuğunuzda çok daha rahat farkedebilirsiniz.

“Ne düşünüyorum çocuğum hakkında? ” Yüzüne söylemekten bahsetmiyorum. Sizin bildiğiniz ama onun bilmediğini düşündüğünüz ya da bildiğini bildiğiniz etiketleri neler? Zor, kolay, başarılı, dağınık, tembel, akıllı, uyumsuz, kıskanç, cimri, patavatsız, düzenli…. 

Bunları şimdi bıraksaydınız ve onu her gün yeniden tanımayı seçseydiniz? Çocukları bilirsiniz, bir şeyi milyon kez inceleyebilir, farklı bir yönünü keşfedebilirler. Siz de onlara öyle yaklaşsaydınız? ” Acaba bugünü nasıl biriyle geçireceğim?  Bir sonraki gün yine aynı kişi olabilir. “Peki ben bu hali etiketlemeyi bıraksaydım? ” Belki bu ona hediyedir, bilemezsiniz, bilemeyeceksiniz. Ama ona tüm kalbinizi açarsanız görebilirsiniz. 

Olduğu hali tanımsızca kabul etmek. Bütünüyle böyle bakabilseydiniz?  Belki ilerisi için ona yardım ettiğinizi düşünüyorsunuz… Kendi hayatınızın bile ilerisini bilemediğiniz gibi, onun hayatının nasıl devam edeceğini bilemezsiniz değil mi ? Tüm bunlar sizin yargılarınız. 

Çocuğunun ihtiyaçlarına duyarlı ve onları önemseyen, sağlıklı ebeveynler için bu sözlerim:  niyetinizin iyi olduğunu anlıyorum, tahmin ediyorum, duyuyorum. Tanımsızlığın, milyonlarca tanım içinde ve öğrendiklerimiz düzleminde kolay olamayabileceğini de anlıyorum, yaşıyorum da. Ama deneyebilirsiniz. Olanlara siz bile inanamayacaksınız. Bu size şöyle geliyorsa yanılıyorsunuz ” Ay ben şimdi demezsem, düşünmezsem değişecek ve tam istediğim gibi biri mi olacak? ” :)) Hayır, o kendi olacak, şu an ki gibi ya da değil bilmiyorum , bildiğim, kabule geçtiğinizde tanımı bırakıp, siz onun kendi olmasına aşık olacaksınız. Ve ona bu alanı açtığınız için kendinizle gurur duyacaksınız…

Tam bunu yazarken şu da canlandı , ” e bırakayım o zaman tembel kalsın, bakalım n’olcak? ” Burada nasıl alıp kabul edemediğinizi ve tembeli hala nasıl kötü kıldığınızı farkedin. Alıp kabul edemediğinizi. Böyle çok da içinize sinmediğini. “Etraf ne der?” e takıldığınızı. Onun geleceğinden kaygılandığınızı. Tüm bunlar hep sizin konunuz, onun değil. O bunlarla ilgilenmiyor. O, bu… Ya da o siz sadece öyle etiketlediğiniz için öyle. Ya tembellik kötü değilse? Ya sizin bakış açınıza göre tembelse? Ya da tembellik hediyeyse? Bilemezsiniz. Bilemeyeceksiniz. Ama ona tüm kalbinizi açarsanız görebilirsiniz.  ( Girişimcilik yolculuklarının bazılarında tembelliğin hediyelerini okudunuz mu hiç? :))  Okuyun:) )

Şimdi tüm bunları okurken neler hissettiniz, neler düşündünüz? Hangi anılar canlandı zihninizde? Dönüştürmeye gönüllü olanlar için gelsin prosesler:

Tanımsızlığa gönüllü olsaydınız gerçek, bu neyi ortaya çıkarırdı? Kendinizi, çocuğunuzu ve dünyanızı tüm etiketlerden kurtarsaydınız acaba hayatınız neye benzerdi?

‘Başarıya yüklediğim tüm anlamları, tembelliğe, çalışkanlığa, başarısızlığa, uyumluluğa ve uyumsuzluğa, düzene ve dağınıklığa ( siz kendi tekrarlarınızı da ekleyin buraya, ne düşünüyorsanız çocuğunuz hakkında bütün sıfatları ekleyin ) yüklediğim bütün tanımlamaları iptal ediyorum.’

Çalışkanlığı, zenginliği, uyumu, düzeni, başarıyı, kariyeri nerede hayati, gerçek ve değerli kıldınız?

Sanmayın ki sadece olumsuz kelimeler katılık yaratıyor. Sürekli başarıyı pohpohladığınız yerde de katılık yaratıyorsunuz. Başarısız olma ihtimalinin olduğu hiç bir işe başlayamama, başarmak zorunda çabası onun etiketinin yükleri olabiliyor. ” Yani ne diyelim çocuğumuza? ” diye bir soru geçiyorsa aklınızdan, bir şey deme ihtiyacınıza bakabilirsiniz. Etiket olmadan konuşabilir misiniz, kabul edebilir misiniz veya destek olabilir misiniz ?  Emeğini, yaşamını, var olma halini onaylayabilir misiniz?

Sırf sizin gibi olsun diye ya da sizin gibi olmasın diye çabaladığınız, yaralarınızı onun üzerinden şifalandırmayı ( bilerek ya da bilmeyerek ) seçtiğiniz her yeri yıkıp yaratımını iptal edelim mi?

Çocuğunuz hakkında hiç bir fikriniz olmasaydı? Her gece bütün tanımlarınızı iptal ederek uyusaydınız ve yarın onun hakkında hiç bir düşünce sizi ve onu hapsetmeseydi? Acaba bu nasıl olurdu? Buna izin vermeyen her yeri yıkıp yaratımını iptal edelim mi? 

Ne olmasından korkuyorsunuz? En kötü ne olmasından? Bu korkuyla daha önce kendi hayatınızda karşılaşmış mıydınız? Bu, kendinizle ilgili olabilir mi? Onun kendi olmasına izin vermediğiniz, denemesine, yanılmasına izin vermediğiniz, doğrularınızı hayati gerçek ve değerli yaptığınız, yanlış dediklerinizin de hayata dahil olduğunu alıp kabul etmediğiniz her yeri yıkıp yaratımını iptal edelim mi?

Ebeveyn= ? tek kelime ne demek? Düşünün. Aksın. Ebeveyn olmaya yüklediğiniz tüm anlamları yıkıp yaratımını iptal edelim mi? O bir birey. O sizden ayrı bir birey. Sizin istediğiniz gibi olmak zorunda değil. O kendi yolunu deneyimliyor. Buna gerçekten izin verebilir misiniz? Buna gönüllü olabilmek için hangi enerji, alan, bilinç ve seçim olabilirsiniz? Sadece gönüllü olun. 

Onu her haliyle sarabilir misiniz? ” Atsan atılmaz, satsan satılmaz. ” reddedişinden değil, tam kabulden. O ne olmayı seçerse, bunu onun dünyasından tanımayı seçer misiniz? Onu, ondan dinlemeyi ve ona her gün başka biri olabileceğini ve her ne olursa olsun seveceğinizi söylemeyi seçer misiniz? Ya bu sarmalanma hali onun hayatına şifaysa? Etiketsizliği onun dünyasına hediye olacaksa? 

Ebeveyn olmakla ilgili kendi üzerinize fazladan yükler aldıysanız bu zamana kadar, hepsini bırakmaya gönüllü olur musunuz? Onu ve kendinizi özgür bırakmaya? Yakanızdan düşmeye yani:) Buna gönüllü olmanıza izin vermeyen her yeri yıkıp yaratımını iptal edelim mi? 

Geçmiş, gelecekten çıkıp onunla anlarınızın tadını çıkarmayı her an biraz daha fazla seçseydiniz, anılar biriktirmeyi, planlar yapmayı, hayaller kurmayı seçseydiniz, belki uzun süredir birlikte yapmadığınız ama sevdiğiniz bir şeyi yapmayı seçseydiniz ya da sadece sarılmayı, sizin için neyse o , bu ne yaratırdı ? Bunun hediyeleri neler olurdu? İlişkiniz neye benzerdi?  Ona eşlik ettiğiniz her anın değerini yok eden bütün girdapları, otomatik cevaplama sistemlerini, blokajları, tanımları, yeminleri yıkıp yaratımını iptal edelim mi? 

Gerçek , hayallerinizden de öte bir yolculuk yaşamanız için, ilişkinizin dilini sevgiden, kabulden, izinden ve özenden yana seçmeniz için hangi sonsuz olasılıklar var? Tüm bunları algılamanız, olmanız, bilmeniz ve alıp kabul etmeniz için neler mümkün? Tün bunlara kendinizi açmanız için hangi enerji, alan, bilinç ve seçim olabilirsiniz? ( Bu soruyu sorun ve bırakın, özgür bırakın. Hayatınıza aksın. ) 

Kolaylıkla.

Ömrün içine ne çok yemin ekliyoruz, sözler veriyoruz , her bir deneyimin başka bir anlam için orada olabilme ihtimalini unutup ( belki de bilip ) yine de yeminimizin peşinden gidiyoruz. ” Asla. ” Ve böylece esneyemiyoruz, ihtimalleri göremiyoruz, seçimimizden şikayet edip duruyoruz, o da kovalayıp duruyor – çünkü ortada bir yemin var, unutuyoruz , kaçıyoruz o kovalıyor, kınamalarımız, yargılarımız hep yanımızda, bırakılmayı bekliyor olabilir mi?

Gelin farkedelim yeminleri. Çocukluğumuzda yaslandığımız güvenli alanın tüm duvarlarının ötesine geçebilelim, salınabilme payı verelim bir deneyimin içinde, başka türlüsü de mümkün diyebilmeye yer açalım, yeni bir güvenli alan seçebilirim, bilmediğim başka şeyleri keşfedebilirim diyebilelim, ne dersiniz?

Ebeveynlik üzerine yazmayı sevdiğim bugünlerde oradan devam edeyim istiyorum. Postu kaydedin ve her gün ya da ara ara çalışmayı yineleyin olur mu? Her gün biraz daha esneyecek ve izin veriyor olacaksınız.

“Asla annem / babam gibi olmayacağım. ” dediğiniz ve her seferinde daha da anneniz / babanız olduğunuz her yeri, anneniz/babanız olmakta kaçtığınız, kınadığınız, yargıladığınız her yeri yıkıp yaratımını iptal edelim mi? ( içinizden evet demeniz yeterli tüm sorulara )

Çocukluğunuzdaki tüm yaşanmışlıklara tutunup bugününüzü yok ettiğiniz, bugün için harcayacağınız enerjiyi, çocukluğunuzu canlı tutmak için harcamayı seçtiğiniz her yeri yıkıp yaratımını iptal edelim mi? Ya tek gerçek an bu ansa, bugün neyi seçersiniz ? Nasıl biri olmayı, nasıl bir anne/baba olmayı , nasıl bir ilişkiyi ? Hangi değerleri büyütürdünüz hanenizde? Neleri çıkarırdınız ya da?

Annenizi / babanızı çok sevdiğiniz için onları kopyalamayı seçtiğiniz – ki burada hatalarını görmemeyi ve normalleştirmeyi seçiyor olabilirsiniz – evliliğinizde bunu seçtiğiniz, kendiniz olmaya izin vermediğiniz ve bu sebeple eşinizin farklı olmasına / yapmasına izin vermediğiniz – çünkü izin vermezsiniz – her yeri yıkıp yaratımını iptal edelim mi?

Ebeveynlerinizi haklı, kendinizi haksız yaptığınız her yeri ( yaramazdım ve döverlerdi, haklılardı!!!! ) onları doğru, kendini yanlış yaptığınız her yeri ve bu sebeple onlar gibi bir ebeveyn olmayı seçtiğiniz her yeri yıkıp yaratımını iptal edelim mi?

Güvenli alanınızdan çıkmayı seçseydiniz bu ne yaratırdı ? Evliliğe, çocuğa dair hiç bir bakış açınız olmasaydı, kendinize dair hiç bir bakış açınız olmasaydı , gerçek , neyi seçerdiniz ? Nasıl bir ilişki ? Nasıl bir annelik? Nasıl bir babalık ? Nasıl bir anne/ baba – çocuk ilişkisi ? Hiç bilmiyor olsaydınız? Tüm tanımlarınızı yıkıp yaratımını iptal edelim mi?

Ebeveynliğin hediyelerini alıp kabul etmeye seçseydiniz hayatınız nasıl olurdu? Çocuğunuzu problem yaptığınız ( o olmsaydı şimdi çalışırdım, tatile bile gitmek çok zor, isteklerim var ama ertelemek zorundayım maalesef ) , onun hediyelerini görmeyi , alıp kabul etmeyi seçmediğiniz her yeri yıkıp yaratımını iptal edelim mi ?

Ya hayatınıza kolaylığı, neşeyi , serveti getiren/ getirecek olan oysa ve siz tanımlarınızdan dolayı göremiyorsanız? Bilmeyi , olmayı, algılamayı ve alıp kabul etmeyi seçmediğiniz her yeri yıkıp yaratımını iptal edelim mi?

Nerede ” annem / babam haklıymış, çocuğum aynı şeyi yaptığında ben de onlar gibi oluyorum, ebeveyn olunca anladım ” diyerek çocuğunuzun hatalarında, haksız!! olduğu yerlerde ( size göre hatalı, haksız ) anne/baba/kardeş seslerini haklı kıldınız, belki değillerdi???? Belki çocuğunuza karşı olan tavrınız size ait değildir ve o an konuşan içinizdeki ebeveyndir, siz olsanız belki başka bir seçim yapacaktınız? Burada ortaya çıkan ne varsa, gerçeği görmenize izin vermeyen ne varsa hepsini yıkıp yaratımını iptal edelim mi?

Nerede kendiniz olmayı bıraktınız, nerede sadece çocuğunuzu var, kendiniz yok kıldınız, bu kime ait, bunu kimden satın aldınız? Ya ikinizin de varlığı aynı anda devam edebilecekse? Ya böylesi çok daha neşeliyse, değerliyse ? ( Ben giymeyeyim, çocuğum giysin , ben yemeyeyim, çocuğum yesin… )  Bunları kimden duydunuz ve sizinmiş gibi hayatınızda devam ettiriyorsunuz? Ebeveynliğin ancak böyle kabul görür, onaylanır olduğuna inandınız? Bununla ilgili ortaya çıkan ne varsa hepsini yıkıp yaratımını iptal edelim mi?

Ya asıl şimdi varlığınızı daha çok hatırlamanız anlamlı olacaksa? Çocuğunuz ileride nasıl anlatsın isterdiniz? Annem kendine de bana da değer verir, zaman ayırırdı mı daha güçlü , yoksa annem bizim için saçını süpürge etti mi? Siz yok olursanız değer bilincinde ona kim rol model olacak?

Hayallerinizden de öte neşeyle, kolaylıkla ve ihtişamla ebeveyn olmanın tüm güzelliklerine kendinizi açmanız için siz ve bedeniniz hangi enerji alan bilinç ve seçim olabilirsiniz? Bunu bilmenize, olmanıza, algılamanıza, alıp kabul etmenize izin vermeyen ne varsa hepsini yıkıp yaratımını iptal edelim mi?

Evet, evet, evet:)))

Şimdilik akanlar bunlar. 

Sanırım bir sonraki yazı da çocuklarımızı tanımlamalarımız üzerine arınma çalışması olacak.

Şifa olsun.

Kolaylıkla.

 

Farkedebilirim önce.
En çok hangi cümleleri söylüyorum ona hata yaptığında, başarısız hissetiğinde, ağladığında, öfkelendiğinde, üzüldüğünde, düştüğünde?
Anlayabiliyor muyum onu?
Geçiştirmeye mi çalışıyorum yoksa?
Ağlamasın diye, önemsemesin diye hemen bir çırpıda geçsin diye.
O halini sarabiliyor muyum?
Kabul edebiliyor muyum onu öyle her haliyle?
İnsana dair olan her şeye hakkı olduğunu önce ben biliyor muyum?
Hata yapılabilir, canın yanınca ağlanabilir, insan üzülebilir, bazen beceremeyebilinir.
Hepsine hakkı olduğunu biliyor muyum?
Yoksa -meli, malı larım, zorunlu, şart kıldıklarım mı var?
” Tabi ki dikkatli olmalı. ”
” Başarılı olmak zorunda, hayatta başka türlü ayakta kalamaz… ”
” Ben ona gerçekleri öğretmeye çalışıyorum, hayatı öğrensin şimdiden. “

Farkedebilirim sonra.
Benim içimde dönen cümleleri duymayı, bakışları görmeyi seçebilirim.
En çok hangi cümleleri söylüyorum kendime hata yaptığımda, başarısız hissetiğimde, ağladığımda, üzüldüğümde, düştüğümde?
Ne hissediyorum?
Sonrası aynı işte.
Ben bu iç sesi nereden geliştirdim acaba?
Kimden duydum bunları?
Gerçek mi?
Bana iyi geldi mi?
Şu an ki hayatıma katkı mı?

Sonraaaa gelebilirim şuraya.
Suçlamaların, kurban olmanın ötesinde bir yer var.
Yetişkin olma sorumluluğumu aldığım bir yer.
Yaralarımı artık kendim onarabilirim.
Birlikte büyüdüğüm herkes de birilerinin yanında büyüdü. Bu bir zincir. Onlar da o zincirin halkası. Bu onların bakış açısıydı. Ve çoğu bildiklerinin en iyisini yapmaya çalıştılar.
Büyüdüm.
Ben büyüdüm.
Kendim yapabilirim, deneyebilirim.
Kendim yeni gerçekler yaratabilir ve onlara bakabilirim.
Ve oralara şefkat gösterebilirim.
A aaa bir de bakmışım ki, çocuğuma olan seslerim de değişiyor.
Ne güzel.

Bilelim ki; çocuğumuzun yetişkinlikteki iç sesi sadece ona söylediğimiz cümlelerden olmayacak, bir de bizim kendimize söylediğimiz seslerden oluşacak.
Ona neler duyurmak isterdim?

Kendim üzerine, en çok kendim üzerine çalışabilirim.
Bu bize iyi gelebilir.
Yeni bir dil bulabiliriz.
Şefkatli.
Birlikte, el ele, kalp kalbe.
Kolaylıkla.

Kızımın yeni yeni, her şeyi denemek için yoğun çaba sarfettiği dönemler. Bardaklar düşüyor, kırılıyor, elindekiler kayıyor. O sırada bi ses geliştiriyoruz kendiliğinden: ” a ooo, kırıldı / Sen iyi misin? / Hadi toplayalım / temizleyelim ne dersin? “
Tüm benzer sahnelerde aynı dili kullanıyoruz. Masal her seferinde bizi izliyor, tepkimizi; hiç değiştirmemeye çalışıyoruz. Sonra ortak dilimiz oluyor, Masal da söylüyor:)
Tam o zamanlarda bir seminere katılıyorum. Özşefkatle ilgili. Christopher Germer şuna benzer bir şey diyor: öz şefkate yaklaştığınızda göreceksiniz. Elinizden bir şey düştüğünde, kırıldığında kendinize ne diyorsunuz? Bu söylemleriniz değişecek, buradan da başlayabilirsiniz / anlayabilirsiniz ( tam hatırlayamıyorum ama anlamı böyle )
” İşte bu. ” diyorum, bilmeden Masal’ın bedenine ne güzel bir ses duyurmuşuz, ileride kendini dövmeyecek böyle sahnelerde. Bi’ gurur geliyor önce, sonra semineri daha fazla dinleyemiyorum.
Çünkü bazı anılar canlanıyor zihnimde. Öyle canlı ki… Çocukluğuma dair, uzun süre yaşadığım…Yanlışlıkla olan tüm dökmelerimde , kırılmalarda, düşmelerde bana bakan bir çift göz hatırlıyorum utandıran, yargılayan, korkutan ve ” cık cık ” yaparak başını çeviren. Dökmeyeyim diye çabalarımı hatırlıyorum sonra. Ne büyük korku… Öyle bir şey ki , o bir çift gözle aramıza mesafeler girdikten sonra da her benzer kazada etrafa bakıp o gözlerdden var mı diye arayan birine dönüşüyorum. Bakan göz bulamadığım zamanlarda da hala öyle tedirgin, kaygılı. Hiç değişmiyor. Utanıyorum.
…O gece o seminerden sonra bana bir şey oluyor, çok güzel bir şey oluyor hem de. Sadece Masal’a değil, kendime de aynı sesi duyurmayı seçiyorum : ” a ooo düştü, olsun toparlarız, temizleriz. Sen iyisin ya, önemli olan bu. “
İnanamıyorum.
Diyebiliyorum…

Bana bakan bir çift göz var yine hep yanımda; o boncuk boncuk bir çift göz benim çocukluğumu da benimle birlikte sarıp sarmalıyor, her geçen gün daha da.” Düştüüü” diyor, gülümsüyor. O gülümsüyor ya, çocukluğum gülüyor. Utancı, kaygıyı, korkuyu yere bırakıyor. Şifalanıyor.
Canım miniğim. Canım… Bana neler ediyor bilmiyor.

 

Yakın zamanda bir arkadaşım, çocuğunun iştahsızlığından bahsetti ve önerimi sordu.
Çocuk doktoru değilim, bu konuda bir uzmanlığım da yok. Benin dilim her bireyi, kendi dünyasından tanımaya, anlamaya çalışmak o kadar.
Biz güzel güzel anne-anne sohbetine başladık. Fakat bir yerden sonra başka bir şeyler açığa çıkmaya başladı. En iyi bildiğim ve yaptığım şeylerden biri koçluksa, bir kaç soruyla konunun tam olarak ne olduğuna bakmanın tam zamanıydı sanki.
Doktoru sağlıklı olduğunu söylüyor, anne sağlıklı olduğunu görüyor. Devam ettikçe konuşma, ne çok şeyi sevdiğini ve yediğini bile farkediyor anne hatta:))
Ve sonunda esas yere ulaştık. Konu şuydu; Çocuğu zayıftı ve yakınındaki bir kaç kişi çocuğunun kilosundan memnun değildi.
” Bi’ beğendiremedim kilosunu…”
Dışarıda görünen zorlanmanın içeride karşılığı başka, bambaşka.
Konu çocuk değil, konu iştah da değil.
İspat çabalarımız ( iyi anne, başarılı anne… ) , kabul görme – onaylanma ihtiyaçlarımız – öğrenilmiş anne şekilleri, idealize edilmiş çocuk şekilleri veya kendi çocukluğumuz… Herkeste karşılığı farklı.
Konu, eleştirilmek de değil. Yoldan geçen bile eleştiriyor ebeveyni canı isterse. Önemli olan bu eleştiridr bana ne oluyor? Ne yapıyorum? Ne hissediyorum? Kendimi yanlış, onu doğru mu yapıyorum her seferinde?
Genelde / bazen böyle olur, seans alanlar bilir.
Bir sonuçla gelirsiniz, konuda derinleştikçe, esas konu ve sonuç arasında epey mesafe çıkabilir.
Yeter ki kaynağa erişelim. ” Burada ne oluyor? Görünenin ötesinde ne oluyor? ”
Başka hiç bir şey konuşmaya ve yapmaya gerek kalmayabilir bu noktadan sonra.
İnsan neyi neden yaptığını bi’ farketsin – sonrası öyle hafiflik ki.
Ama insan, bir sonuca takılıp kaldıysa, ardında ne olduğunu göremeyebilir.
Neyi neden yaptığını anlayamayabilir.
Destek almak değerli bu noktada.

Belki sizin de şu an yaşadığınız bir döngü varsa kıramadığınız, acaba burada gerçekten ne oluyor, burada size ne oluyor? Ne hissediyorsunuz ve isteğiniz ne? diye bakabilirsiniz.
Görmek, ifade etmek bazen kolay olmayabilir.
Yeter ki gönüllü olun görmeye.
Belki kendi başınıza, belki destekle çıkın oradan.
Sancıları uzatmamak da bir seçim.
Seçin.
Dilerim.

Şunu belirtmek isterim: Yazıyı annenin iznini alarak paylaştım. İkinci önemli konu, bahsettiğimiz çocuğun yaşı tam da birey olduğunu algıladığı dönem, buralarda yemek seçmek zaten normal – bence hep normal 🙂 Ve son olarak, eğer konuşmanın içeriğinde çocuğa dair bir şey farketseydim, konu çocuk olsaydı gerçekten, o zaman koçluk biter ve gerekli yönlendirme yapardım.

Düşünün ki, 3 kişi oturuyorsunuz. Sohbetin bir bölümünde ya da tamamında diğer 2 kişi sizin hakkınızda konuşuyorlar.
Utandığınız anları, yükledikleri sıfatları , sizin hakkınızdaki bakış açılarını anlatıyorlar birbirlerine ya da biri anlatıyor, diğeri sorup duruyor. Bazılarına filtre koyuyorlar isminizi geçirmeyerek cümle aralarında, bazılarında direkt sizi işaret ederek anlatıyorlar.
Ne hissederdiniz?
O sırada ne yapardınız?
Konuşan iki kişiye karşı tavrınız ne olurdu o sırada ya da sonrasında?
Peki ilişkiniz nasıl olurdu?

Sanırım olan bu.
Çocuklara, belli bir yaşa kadar olan bu.
O öyle, bizim bildiğimiz dilden sohbete dahil olamayınca varlığı o ortamda yok sayılıyor, görünmez oluyor, ne tuhaf değil mi?

O orada.
Siz konuşurken arkadaşınızla, babasıyla/annesiyle , o orada, yanınızda.
Yaramazlıkları, inatları, yormaları, tüketmeleri, huysuzlukları ( bunlar bizim koyduğumuz etiketler, bu ayrı yazı konusu) ya da utanabilecekleri anılar ( sırf komik diye anlatma isteğimiz, bize komik! ) her anlattığınızı duyuyor.

Yoksa anlamıyorlar gibi mi geliyor size de?
Annem bazen soruyor, anlıyor mu şimdi hepsini?:)
Anlıyorlar.
Duyuyorlar.
Görüyorlar
Hissediyorlar.
Sözle anlamasa enerjiyle anlıyorlar, mimiklerimizden anlıyorlar.
Ama anlıyorlar.
Aynı yetişkinler gibi.
Anlıyorlar.
Yetişkinler gibi cevap veremiyorlar sadece.
Ya da verse de susturuluyorlar, susturulmaya çalışılıyorlar.
” Benim hakkımda konuşmayın, izin vermiyorum”
” Burdayım beni göremiyor musunuz?”
” Bu yaptığınız doğru değil, yanımda yapmayın bari. “
” Benim hakkımda gerçekten böyle mi düşünüyorsun? “
” Utandığım, suçlandığım şeyleri burda anlatmaya hakkın var mı, onlar benim özelimdi, iznimi almadın bile. ” diyemiyorlar.
Deselerdi eminim başka olurdu her şey.

Olsun.
Onlar diyemiyor olsa da biz onları gerçekten görmeyi seçebiliriz.
Anlatma isteğimizi öteleyebilir ya da altındaki sebebe bakabiliriz.
Kendi çocukluğumuzda, bizim hakkımızda başkalarıyla konuştuklarında ebeveynlerimiz, ne hissettiğimize bakıp daha kolay buradan çıkabiliriz.
Ve sonra tüm bu olanları onarabiliriz.
İlişkimizi onarabiliriz.
Kolaylıkla olsun.

Koçluğun sevdiğim ve anlamlı olan yeri , süreçte olan tüm değişimi – çünkü bunu alıp kabul etmek de ayrı bir konudur – size yansıtıyor olmasıdır.
Siz farkedemeyebilirsiniz bazen, ama koç başlangıç ve yeni yer arasındaki dönüşümü takip eder ve size sunar.
Enneagram da bana geçen hafta tam olarak bunu yaptı.
Çocukluğumdan, özellikle 20 li yaşlarımdan bugüne olan dönüşümü bana, benim farkettiğim çok daha üstünde bir yerden yansıttı.
Ve daha önce hiç dile gelmeyen şükürler dile geldi sayesinde🙏
Uzun zamandır takipte olduğum bu öğreti için en hayırlı zamanı dilemiştim. ” Artık hazırım” dediğimin, kiminle uyumluysam ondan öğrenmeyi seçmemin üstünden 3 gün geçti ve karşıma çıktı. İyi ki çıktı. Zaten uzun zamandır da takip ediyordum  Özgür Taşkıran’ı, ne iyi geldi ne çok hediye verdi şükürler olsun. 
Sonsuz minnet doluyum nasip edene ve sunana.
Uzmanı varken bana anlatmak düşmez ama bendeki karşılığını yazmak istedim , belki size de yeni, katkı dolu bir kapıyı aralar.
– Neredeydim, şu an neredeyim ve yolculuk nereye konusunda müthiş bir rehber bana göre.
– Kendiniz hakkında tüm tanımlarınızı görüp işte tam buradan tanımsızlığa doğru geçebilirsiniz buradaki farkındalıkla. Nasıl dönüşmek istiyorsanız işte o yöne.
– Korkularınızı, zaaflarınızı, yeteneklerinizi, potansiyelinizi keşfedebilir tüm bunları fırsata çevirebilirsiniz.
– En yakınlarınıza, onların kişilik profillerini rehber alıp destek olabilir ve artık farklı bir pencereden onlara bakabilirsiniz. Bu çok değerli…
– Benim bakış açıma göre en anlamlısı şurası oldu ki; ” Neden böyleyim , neden şöyle yapıyorum , neden böyle davranıyorum, neden böyle düşünüyorum, neden yapamıyorum? ” diye kendinizi dövdüğünüz yerler belki de sizin en değerli parçalarınızdır ve onları sevmeyi öğrenebilirsiniz.
Herşey düşündüğünüzün tersine dönebilir yani:)
Fırsatınız olursa siz de deneyimleyin dilerim.