Etiket

koçluk

Browsing

Farkedebilirim önce.
En çok hangi cümleleri söylüyorum ona hata yaptığında, başarısız hissetiğinde, ağladığında, öfkelendiğinde, üzüldüğünde, düştüğünde?
Anlayabiliyor muyum onu?
Geçiştirmeye mi çalışıyorum yoksa?
Ağlamasın diye, önemsemesin diye hemen bir çırpıda geçsin diye.
O halini sarabiliyor muyum?
Kabul edebiliyor muyum onu öyle her haliyle?
İnsana dair olan her şeye hakkı olduğunu önce ben biliyor muyum?
Hata yapılabilir, canın yanınca ağlanabilir, insan üzülebilir, bazen beceremeyebilinir.
Hepsine hakkı olduğunu biliyor muyum?
Yoksa -meli, malı larım, zorunlu, şart kıldıklarım mı var?
” Tabi ki dikkatli olmalı. ”
” Başarılı olmak zorunda, hayatta başka türlü ayakta kalamaz… ”
” Ben ona gerçekleri öğretmeye çalışıyorum, hayatı öğrensin şimdiden. “

Farkedebilirim sonra.
Benim içimde dönen cümleleri duymayı, bakışları görmeyi seçebilirim.
En çok hangi cümleleri söylüyorum kendime hata yaptığımda, başarısız hissetiğimde, ağladığımda, üzüldüğümde, düştüğümde?
Ne hissediyorum?
Sonrası aynı işte.
Ben bu iç sesi nereden geliştirdim acaba?
Kimden duydum bunları?
Gerçek mi?
Bana iyi geldi mi?
Şu an ki hayatıma katkı mı?

Sonraaaa gelebilirim şuraya.
Suçlamaların, kurban olmanın ötesinde bir yer var.
Yetişkin olma sorumluluğumu aldığım bir yer.
Yaralarımı artık kendim onarabilirim.
Birlikte büyüdüğüm herkes de birilerinin yanında büyüdü. Bu bir zincir. Onlar da o zincirin halkası. Bu onların bakış açısıydı. Ve çoğu bildiklerinin en iyisini yapmaya çalıştılar.
Büyüdüm.
Ben büyüdüm.
Kendim yapabilirim, deneyebilirim.
Kendim yeni gerçekler yaratabilir ve onlara bakabilirim.
Ve oralara şefkat gösterebilirim.
A aaa bir de bakmışım ki, çocuğuma olan seslerim de değişiyor.
Ne güzel.

Bilelim ki; çocuğumuzun yetişkinlikteki iç sesi sadece ona söylediğimiz cümlelerden olmayacak, bir de bizim kendimize söylediğimiz seslerden oluşacak.
Ona neler duyurmak isterdim?

Kendim üzerine, en çok kendim üzerine çalışabilirim.
Bu bize iyi gelebilir.
Yeni bir dil bulabiliriz.
Şefkatli.
Birlikte, el ele, kalp kalbe.
Kolaylıkla.

Kızımın yeni yeni, her şeyi denemek için yoğun çaba sarfettiği dönemler. Bardaklar düşüyor, kırılıyor, elindekiler kayıyor. O sırada bi ses geliştiriyoruz kendiliğinden: ” a ooo, kırıldı / Sen iyi misin? / Hadi toplayalım / temizleyelim ne dersin? “
Tüm benzer sahnelerde aynı dili kullanıyoruz. Masal her seferinde bizi izliyor, tepkimizi; hiç değiştirmemeye çalışıyoruz. Sonra ortak dilimiz oluyor, Masal da söylüyor:)
Tam o zamanlarda bir seminere katılıyorum. Özşefkatle ilgili. Christopher Germer şuna benzer bir şey diyor: öz şefkate yaklaştığınızda göreceksiniz. Elinizden bir şey düştüğünde, kırıldığında kendinize ne diyorsunuz? Bu söylemleriniz değişecek, buradan da başlayabilirsiniz / anlayabilirsiniz ( tam hatırlayamıyorum ama anlamı böyle )
” İşte bu. ” diyorum, bilmeden Masal’ın bedenine ne güzel bir ses duyurmuşuz, ileride kendini dövmeyecek böyle sahnelerde. Bi’ gurur geliyor önce, sonra semineri daha fazla dinleyemiyorum.
Çünkü bazı anılar canlanıyor zihnimde. Öyle canlı ki… Çocukluğuma dair, uzun süre yaşadığım…Yanlışlıkla olan tüm dökmelerimde , kırılmalarda, düşmelerde bana bakan bir çift göz hatırlıyorum utandıran, yargılayan, korkutan ve ” cık cık ” yaparak başını çeviren. Dökmeyeyim diye çabalarımı hatırlıyorum sonra. Ne büyük korku… Öyle bir şey ki , o bir çift gözle aramıza mesafeler girdikten sonra da her benzer kazada etrafa bakıp o gözlerdden var mı diye arayan birine dönüşüyorum. Bakan göz bulamadığım zamanlarda da hala öyle tedirgin, kaygılı. Hiç değişmiyor. Utanıyorum.
…O gece o seminerden sonra bana bir şey oluyor, çok güzel bir şey oluyor hem de. Sadece Masal’a değil, kendime de aynı sesi duyurmayı seçiyorum : ” a ooo düştü, olsun toparlarız, temizleriz. Sen iyisin ya, önemli olan bu. “
İnanamıyorum.
Diyebiliyorum…

Bana bakan bir çift göz var yine hep yanımda; o boncuk boncuk bir çift göz benim çocukluğumu da benimle birlikte sarıp sarmalıyor, her geçen gün daha da.” Düştüüü” diyor, gülümsüyor. O gülümsüyor ya, çocukluğum gülüyor. Utancı, kaygıyı, korkuyu yere bırakıyor. Şifalanıyor.
Canım miniğim. Canım… Bana neler ediyor bilmiyor.

 

Düşünün ki, 3 kişi oturuyorsunuz. Sohbetin bir bölümünde ya da tamamında diğer 2 kişi sizin hakkınızda konuşuyorlar.
Utandığınız anları, yükledikleri sıfatları , sizin hakkınızdaki bakış açılarını anlatıyorlar birbirlerine ya da biri anlatıyor, diğeri sorup duruyor. Bazılarına filtre koyuyorlar isminizi geçirmeyerek cümle aralarında, bazılarında direkt sizi işaret ederek anlatıyorlar.
Ne hissederdiniz?
O sırada ne yapardınız?
Konuşan iki kişiye karşı tavrınız ne olurdu o sırada ya da sonrasında?
Peki ilişkiniz nasıl olurdu?

Sanırım olan bu.
Çocuklara, belli bir yaşa kadar olan bu.
O öyle, bizim bildiğimiz dilden sohbete dahil olamayınca varlığı o ortamda yok sayılıyor, görünmez oluyor, ne tuhaf değil mi?

O orada.
Siz konuşurken arkadaşınızla, babasıyla/annesiyle , o orada, yanınızda.
Yaramazlıkları, inatları, yormaları, tüketmeleri, huysuzlukları ( bunlar bizim koyduğumuz etiketler, bu ayrı yazı konusu) ya da utanabilecekleri anılar ( sırf komik diye anlatma isteğimiz, bize komik! ) her anlattığınızı duyuyor.

Yoksa anlamıyorlar gibi mi geliyor size de?
Annem bazen soruyor, anlıyor mu şimdi hepsini?:)
Anlıyorlar.
Duyuyorlar.
Görüyorlar
Hissediyorlar.
Sözle anlamasa enerjiyle anlıyorlar, mimiklerimizden anlıyorlar.
Ama anlıyorlar.
Aynı yetişkinler gibi.
Anlıyorlar.
Yetişkinler gibi cevap veremiyorlar sadece.
Ya da verse de susturuluyorlar, susturulmaya çalışılıyorlar.
” Benim hakkımda konuşmayın, izin vermiyorum”
” Burdayım beni göremiyor musunuz?”
” Bu yaptığınız doğru değil, yanımda yapmayın bari. “
” Benim hakkımda gerçekten böyle mi düşünüyorsun? “
” Utandığım, suçlandığım şeyleri burda anlatmaya hakkın var mı, onlar benim özelimdi, iznimi almadın bile. ” diyemiyorlar.
Deselerdi eminim başka olurdu her şey.

Olsun.
Onlar diyemiyor olsa da biz onları gerçekten görmeyi seçebiliriz.
Anlatma isteğimizi öteleyebilir ya da altındaki sebebe bakabiliriz.
Kendi çocukluğumuzda, bizim hakkımızda başkalarıyla konuştuklarında ebeveynlerimiz, ne hissettiğimize bakıp daha kolay buradan çıkabiliriz.
Ve sonra tüm bu olanları onarabiliriz.
İlişkimizi onarabiliriz.
Kolaylıkla olsun.

-Bunlar iyi hoş da bir de gerçek hayat var…

Hayatın gerçekleri var evet , bu dünyanın bir gerçeklik algısı var, Peki ya senin gerçeklerin? Senin hayatının gerçekleri ne?

Kişisel gelişime dair bilgiler ışığında, bu yolda gördüm ki, teorik kısmı pratikte uygulayamıyorsak cümle tam da böyle oluyor.
” Gerçek hayat × ?? ” Burası herkese göre değişebilir.
Sesli dile getirenler ne ala. Peki ya içinizden bir ses tüm bu kişisel gelişim içeriğinde olan bilgilere, çalışmalara inanma diyorsa ve onunla sürekli bir savaş halindeyseniz? Hani bir görseniz şu-bu-o çalışmaların sonuçlarını , o zaman gerçek ve sanki uydurulmuşcasına bilgiler birlikte ilerleyecek gibi değil mi?

Bırakın tüm bilgileri bir süreliğine, dilerseniz tamamen. Gerçeklerinize bakın önce.
Tam yüzüne, neyse o.
Sonra tekrar bakın ve sıraya koyun, ne arzuluyorum bunlarla ilgili?
Ona – buna – şuna inanmak zorunda değilsiniz, zorundalık varsa illa , bu kendinize inanmak olsun.
Kendi varlığınızın gücüne inanmak olsun.
Kendime inanıyor muyum?
Bu ne?
Bununla ne yapabilirim?
Bunu değiştirebilir miyim?
Değiştirebilirsem nasıl değiştirebilirim?

İnandığınız yerden başlayın.
Bırakın tüm bildiklerinizi.
Yeni, hiç denemediğiniz ve çok da sarsmadan adımlar atın. Minik minik. Bebek gibi. Önce emekleyin, yürüyün ve sonra koşacaksınız. Süreçle birlikte emeğinizle olacak hepsi.
Kendinize inanın.
Gerçekliğinizi istediğiniz gibi yaratın.
Gerçek hayat ve diğer işte o neyse , … hayat diye ayırmadan kendi teoriğiniz , kendi pratiğinizle.
Destek almayı seçerseniz de , orda bilin ki sizi gerçekliğinizden ayırmaya çalışmıyor kimse. Aksine sizi size hatırlatmada yol arkadaşlığı ediyor. Gerçek hayat dediğinize yeniden bakmanızı istiyor. Tüm bunlar %100 doğru olabilir mi?
Yeter ki içiniz ve dışınız aynı şeyi söylesin.
Burası hafif. 

Kolaylıkla.

Birlikteliğinizde ne kadar kendinizsiniz? Yoksa O ” öyle ” olun istediği için mi öylesiniz?
Ya da kaç parçanızı bıraktınız başlarken ya da devam ederken? Ve hala?

İlla bir birlikteliğimiz olsun diye bazen başka biri olmaya başlarız. Yalnız kalmayalım diye, ilişkisi var görünelim diye, uyumlu görünelim, başarmış olalım diye devam ettirip bırakmak zorunda hissettiğimiz parçalarımız olur. Gerçekten böyle midir? Sizi bu bütünlükte seven biri gerçekten olamaz mı?
Buna bir bakın istedim bugün.
Siz kendinizi her halinizle alıp kabul edebilseydiniz, değerli olduğunuzu bilseydiniz hayallerinizden de öte bir ilişkide kendiniz olarak mevcut olurdunuz değil mi? Ya da toksik ilişkiler yerine bir birlikteliğinizin olmamasını seçerdiniz değil mi?

Kendiniz olmaktan vazgeçtiğinizde – o ilişki olur ya da olmaz , biter ya da devam eder – merkezinizden yavaş yavaş hatta çoğunlukla anlamadan uzaklaşırsınız. ” Bi’ saniye ya, ben ne istiyordum? Bu ilişkide nerdeyim?  aydınlanması. Ve merkezinize başkası geldiğinde, siz yavaş yavaş O olmaya başlarsınız. Onun doğruları , onun mümkün zamanları, onun seçimleri, onun istedikleri. Ve mutlaka da haklı! sebepleriniz olur, ” ama gerçekten öyle 🙂 ” Sahi ben de sorayım, bu sırada siz neredesiniz? Eğer siz de var olsaydınız, nasıl bir birliktelik doğardı?

İki insanın emekle, sevgiyle, hayalleriyle, değerleriyle ve kendi sevgi dilleriyle bir ilişki kurması için kendi hallerini bırakmalarına gerek yok biliyor musunuz? İlişkide tanışmak var, dönüşmek var, alışmak var, emek var, ” biz ” olma yolu var, tartışmak var, uzlaşmak var. Burası ne kadar hafif değil mi? Hayalleri bırakmaya gerek yok, neşeyi bırakmaya gerek yok, seçimleri bırakmaya da . Sadece iki ayrı insanın birlikte olma seçimi var. Burası da hafif öyleyse.

Peki bu şeker hafifliğin içinde ağır olan ne var? İlişkinizi gözlemleyin. ” Bu ilişki olsun diye , dursun diye bıraktığım parçalarım var mı? Eğer onları geri alsaydım hayatım neye benzerdi, ilişkim neye benzerdi? “
Sorun ve enerjiyi takip edin.

Kolaylıkla.

Kontrol mü?
O da ne?
Gerçekten var mı bu?
Bana kontrol edebildiklerini sayar mısın ?
Varsa da gücü ( konuda ) diğerine verince , o gücünü yitirmez mi , bu daha kolay değil mi sanki?
Hem ağır bir kelime değil mi o?
Farkında olmak, eşlik etmek ya da gücü ona vermemek varken… Kendinden büyük yaptığını görebiliyor musun? Bir duyguyu kendinden büyük yapıyorsun. Bir kişiyi kendinden büyük yapıyorsun. Bir konuyu kendinden büyük yapıyorsun ya da bir işi. Sonra kontrol ederek ” küçüldüm ” ben diyorsun. Çünkü edemiyorsun. O var, o geliyor, o oluyor, olmaya devam ediyor. Gücü terse çevir ve,
Bırak… ( ben de tam burdan geçiyorum )
Ve sor o kontrol dediğin yere ;
Eğer serbest bıraksaydım ve onu kontrol etmekten vazgeçseydim benim için daha fazla alan yaratabilecek olan neyi seçerdim?

Öfke kontrolüne de küçücük değineyim yeri gelmişken , kontrol konusu açılınca soranlar oluyor. Bir duyguyu kontrol etmek yerine, görmek , gözlemlemek, kaynağına dönmek belki de , içinden geçmek; işte o zaman farkındalık gelir. Öfke duygudur. Normaldir de. Kontrol direnç yaratır. Direnç ağırlık verir. Direnilen sıkıştırır. Sıkıştıran da nefes aldırmaz . Sonra gelir kendini yaşatmayı seçer tekrar tekrar sende. Çünkü ev sahibi muamelesi gördüğünü bilir.

Bir de nefs kontrolü var ki ona ayrı olarak değinirim belki bir gün🍀

Hep konforlu hissettiren yerlerde ve duygularda olmak istiyoruz değil mi ? Mükemmel hissedeyim, başarılı, mutlu… Konforsuz histe de kalmak neye benzerdi acaba? Bu dediğim, orda uzun süre kalıp kurban rolü yaratmak değil, onu reddetmek değil. Buranın dışında bir yerden bakmak, gerçekten bakmak, buna yer açmak.
Suçluluk, endişe, kaygı, değersizlik, yetersizlik, başarısızlık, hayal kırıklığı vb. Konforlu ya da konforsuz olsa da ayak seslerini farkedebiliyor musun? Orda ne kadar süre kalıyorlar , hep seninle mi farkında olarak ya da olmayarak?

Arkamı dönmeden , onun boynuna da sarılmadan bir yolu var mıdır burdan geçmenin ? Farkettiğimde fısıltısını, ağrısını, sancısını ya da bağırmalarını, ona söyleyecek birkaç kelimem var mıdır?
Kendi varlığımdan daha büyük kılıp kendimi kapana kısılmış hissettiğim o duygu ne?
.
.
Ruhumu, zihnimi, bedenimi buralara yavaş yavaş açarken , eğer buraya gönül vermişsem ki sanırım öyle uzun süredir, “evet farkındayım burası konforlu değil , şuan burdayım tamam ” dediğim an boğazımdan kalbime doğru bir hafiflikle – ki sonra bedeni terkediyor bir süreliğine – olana izin vermek. Sonra konu ile ilgili birkaç kelimem daha oluyor her durumda farklı seçtiğim , o an akan ve sonra proseslerle kolaylaştırdığım.

Koçluk desteğinde özel kıldığım yerlerden biri de burası. Konforlu ya da konforsuz duyguların içinde , teorikten pratiğe güvende, neşede , dünyada desteklendiğini hissettiğin, varlığının gücünü alıp kabul ettiğin yere gelene kadar yargısızlıktan, özenden işleyen , görülme, duyulma, sayılma ihtiyaçlarının bir kolaylaştırıcı tarafından desteklenmesi.
Seans sonrası o hafiflik var ya ” üstümden bir yük kalktı ” dediğin,bir kısmı bundan kaynaklanıyor. Hapsettiğin dışarı çıkıyor, bazen tanım buluyor , zaten de ihtiyacı bu adı dile gelsin istiyor, sonra tanımsızlaşıyor, boşluk oluşuyor. Burası hafif, burası keyifli.

Kolaylıkla.

Yarış, rekabet…

Yemek yemeyen çocuksak ” bak o yedi, senden daha büyük olacak ” diye yanımızdaki çocukla , okulda bizden daha yüksek not alan arkadaşımızla , evde daha hareketli ( bazılarınca yaramaz ) olan kardeşimizle kıyaslanırken ya da yarışırken bulduk hep kendimizi. Bazen o başarılı! olan biz olduk, gururlanırken arkadaşımızdan utandık. Çünkü gururlanan belki de biz değildik, öğrenilmişlikler.

” Yarışmalıyım. Hayat mücadele . Herkes benim rakibim olabilir. ” Hatta bazı iş kollarında bu rekabet çok güçlü anlatılır. Biliriz ki pasta dilimlerinden bahsedilir, o alırsa sana kalmaz, sen büyük pay alırsan ona az pay kalır gibi gibi. Bereketin, işin, varlığın sonsuzluğunu pasta dilimine çeviren ilginç bakış açılı insanlar:)

Karşınıza mutlaka birini koyuyorsunuz siz de , alışkanlık bu ya, başka türlü rekabet olamaz zaten, diğerinin güzelliğine , başarısına , statüsüne , yeteneklerine bakıp kendinizi hemen hemen her an yerle bir ediyorsunuz, yanlış , eksik ilan ediyorsunuz . Ya da hırsı sadece yarışla hayatınıza dahil ediyorsunuz . Belki öyle değildir!!! Ya da karşı tarafı yargılayarak , kınayarak , beğenmeyerek kendi değerinizi onun üzerinden ispat etmeye çalışıyorsunuzdur her seferinde. ” Aman canım bunu yapmakta ne var? “”Baksana tam yapamıyor bile. “” O değil , ben hakediyorum görmüyor musunuz? “

Şimdi hadi tüm bu hikayeleri bırakalım. Koşmanıza gerek yok , olabildiğinizi görmek için diğerlerine bakmanıza gerek yok. Bu realitelerin ötesinde, kendi realitenizi belirleseydiniz bu nasıl olurdu? Onlarla , diğerleriyle, dünyayla bu yarışı – devamı savaş – bu savaşı bıraksaydınız hayatınız nasıl olurdu?
Tamam. Kıyaslamaya çok fazla maruz kalmış olabilirsiniz. Ve şimdi bunu değiştirebilirsiniz. Önce kabul edin, bu halinizi tam bulmayan siz misiniz yoksa içinizdeki ebeveyn mi? Netleşin ve iyi bakın.
Eğer bu haldeki sizi , biricikliğinizi, değerinizi gerçekten tanıyor ve biliyor olsaydınız , o yanıbaşınızdaki sonsuz varlığı da onurlandırıyor olsaydınız, onunla barış içinde olsaydınız, işiniz, ilişkiniz, finansal durumunuz neye benzerdi?

“Yüzümü kendime dönebilirim.
Kendi potansiyelimi ortaya çıkarabilirim.
Kendimi ortaya çıkarabilirim.
Kendime güvenebilirim. ”

Kendinizi ortaya çıkarmanız için başkalarını referans almanıza gerek yok. Hadi bir seçim yapın , sadece kendinizden yola çıkan ve kendine odaklanan, merkezine.

Kolaylıkla.

İsteklerin boyutları var mıdır sistemde? Küçük istek , büyük istek… Ve nasıl gerçekleşiyordur dersin? ” Ooo bu büyük bir şey , bunun olması zor ” ” küçük olanı önden gönderelim “diyor olabilir mi Allah? 😊
Çekim yasası hepsinde neden farklı işler? .

Hepsiiii kocamaann bakış açılarımız. Aklımdan geçen parfüm hediye gelebilir, canım kahve isterken biri anında ısmarlayabilir , ama konu ilişkiye , işe , paraya ( neyi büyük kıldıysak ) gelince orda bi’ dururuz. Biz zaman koyarız önüne, “ancak ve ancak şu şartlar” koyarız bir de, sonra bir de onu kendimizden büyük yaparız. E zaten herkes de bunun hemen olamayacağını söyledi bize. Yani biz küçükken o’nun hakkındaki herşeyi birilerinden duyduk, belki korktuk, belki haketmediğimizi düşündük, belki zor adı aldı bu şey her neyse. Üstüne bir de pasta dilimine inandık. Pastanın büyük dilimini ben alacak olamam, kesin başkası aldı ya da alacak. O şanslı olabilir. Ya da torpilli falan. Sonrası malum… ( nasip diyenler için, bazen o nasibi bloke eden bakış açılarıyla doluyuz 😊 sonrası nasip ) .
. ” Tüh, keşke başka birşey dileseydim. ” dediğin an bir bak bakalım.
O başka şey ne? Başka şey ne?
Resmen ilan ettin mi bunu?
Bunun da bir şekilde olabileceğine inanıyor musun? Gerçek, buna gerçekten inanıyor musun? Hemen şimdi ortaya çıkabileceğine inanıyor musun peki? Zamanını belirleyen kim, durdurucu olan kim?

Hadi bugün buralarda gezelim biraz ne dersin?

Dilerim yeni kapılar açsın önüne hayallerinden de öte ve hemen şu anda:)

İçsel motivasyonu kuramama sebeplerimizden biri belki de en önemlisi ” neden ” bunu istediğimiz konusunda netleşemememiz.
” Çok istiyorum ” . Bu cümle yeterli gelmiyor değil mi?
Güçlü nedenler bulun, en az 20 tane nedeniniz içinde güçlü 2 nedeniniz olsun. Ve bu 2 madde sizi hedefe yaklaştıracak güçte olsun.
” İstiyorum çünkü…. ” diye başlayan cümleleriniz sizi tatmin etmiyorsa bu sizin isteğiniz mi, yoksa bir ispat mı diye bakın, farkedin.
Belki gördüğünüz herkes yapıyor diye yapmak istiyor olabilirsiniz. Belki sadece onların gözünde ” birşey ” olmak için yapmak istiyor da olabilirsiniz. Bu gerçek bir istek mi?

Başladıysanız hedefe yürümeye yolda da motivasyonunuzu kaybedebilirsiniz.
Güçlü nedenlerinizin yanına bir de şunu ekleyin. Hedefinizi açık yüreklilikte paylaşabileceğiniz, yargıdan işlemeyen, hatta sizinle benzer hedefi de olabilir , olmayadabilir, 1 ya da birkaç arkadaşınız olsun yanınızda. Bir-liğin gücünden faydalanabilirsiniz. Bu öylesine anlamlı ve etkili ki, bu grupları hep çok sevmişimdir . Canım kolaylaştırıcılarımız. Hepimiz birbirimize katkıyız burayı değerli kılarsak.

Yola neden çıktığını, yola neden devam ettiğini bilirsen herşeyin senin kararın için beklediğini göreceksin. Yeter ki kapıyı açmayı seç. Yeter ki yürü. Yürü. Yürümeyi seç. Koşmadan , telaşa kapılmadan ve birlikte.