Hayaline, seçimine yaklaşırken bir ses gelir en yüksek tonda; ” Ya bırak böyle şeyleri. Hem yapacaksın da n’olacak? Olunca rahatlayacak mısın? Aradığın bu değil bence. İyisin işte böyle. Değişme. Kal burda…”
Buralara inanmamız an meselesi.
” Evet ya, haklı. “
Yok oraya gitme:)
Duy da inanma:)
Bu ses, tek konusu hayatta kalmak olan, değişimden korkan ( onun için ölüm gibi bu ) , güvendiği o bildiği yerde kalmak isteyen parçan.
İçimizdeki seslerden biri.
Egon.
Ve güzel bir haber:
O sesi duyunca sevin 🙂
Hem de çok sevin.
Bu şu demek: Hayalinin kapısını açmana ramak kaldı. Ve ben korkuyorum.
Çünkü eğer seçmemiş, yaklaşmamız olsaydın, hiç böyle bir ses duymazdın. İçinde korku olmazdı. Senaryolar olmazdı. O zaman ego seçmediğini bilecek ve ” konuşmama gerek bile yok, şu an zaten ortada panik yapacak bir şey yok. ” diyecekti 🙂
İşte tam bu yüzden o ses doğduysa doğru yoldasın.
Ağlayabilirsin:)
Mutluluktan…
Sonra korkabilirsin de.
Bu normal.
Hepsi normal.
Öyle yaklaştın.
Öyle hazırsın işte.
Artık gerçekleşebilmesi de an meselesi.
O yüzden yazarım ya ara ara, korkunu yok edip yola çıkmaya çalışmaaaa. Beyhude çaba.
Korkunla el ele ilerlemenin bir çok yolu var.
Onu bul.
Bu sesi yanına alıp devam edebilir misin?
Bunu normal kabul edebilir misin?
Bu sesi kendinden, seçiminden büyük yapmadan ve yok saymadan, onu bilerek, duyarak ilerleyebilir misin?
Konumuz bu.
Yapabilirsin bence.
Ne dersin?
Kolaylıkla.
İçinizde yankısı büyük mü bu cümlenin?
Sizde karşılığı var mı?
En çok kimden duyduğunuzu sormayacağım çünkü 1 kişi olmayabilir, kollektif bilinçte yer alan bir cümle. Bu doğru da olabilir, önemli olan bunu duyduğumuzda nasıl bir bakış açısı yarattık? İhtimal mi, kesinlik mi? İspat mı, olağan mı?
Bu cümle bize hayatın içinde her şeyin olduğu ve her şeyin içinde de tümsekler, noksanlıklar olabileceği bakış açısını yaratıyorsa, konuşma şöyle olur: ” Her şey yolunda, ufak tefek şeyler oluyor ama genel olarak yolunda, hayat işte, hepsi olur ve geçer. “
İzleyin hayatınızı.
Dinleyin içeride anlatılan hikayeyi.
👉 Herşey tam yoluna girerken mutlaka bir konuda problem çıkıyor ve ” heh işte bekliyordum” diyor musunuz?
Bunun bir adım öncesinde;
👉 ” Şimdi bakalım ne çıkacak, imkansız ki böyle sürmesi. Hayat böyle bir şey değil ki. ” diye başlayan cümleler var mı dilinizde?
Ya da;
👉 ” Her şey güzel de şu iş konusunda bir türlü ilerleyemiyorum. “
👉 ” Bir aşktan gülmedi yüzüm, hayatımdaki her şey tamam bi’ o eksik. “
diyor musunuz?
Bu sözü hayatında gerçek kılmaya çalışanlarla konuşma şöyle geçer:
– Şu an bahsettiğin konu dönüşseydi 1 ay sonra hayatın nasıl olurdu, sen nasıl olurdun?
– Ay mis gibi olurdu, çok mutlu olurdum.
– Peki 6 ay sonra?
– Hala iyi olurdum.
– 1 yıl sonraya gider misin?
– Kesin bir şey çıkardı. Yine bir sorunla uğraşıyor olurdum. Rahat durmam çünkü…
Belki konu rahat durmamak değildir de, sadece bu söze güç vermektir. ( Altında problem yaratmak ve çözmek sevdası da yatabilir, aksilikler hep beni bulur bakış açısı da olabilir, bazen hepsi birden de olabilir:) )
Tüm bunları bilerek mi yapıyoruz?
Sanırım asla.
Bu sadece geçmişte duyduğumuz, söyleyeni haklı kıldığımız bakış açısının yarattığı gerçekliğimiz. Başka türlüsünü mümkün kılamıyoruz.
Her şeyin içinde, hayatın içinde bir şeyin eksikliğine odaklanıp, büyütüp delil yaratıyor olabiliriz.
Ve bir kez fark etmeyi, görmeyi seçersek de dönüştürebiliriz.
” Evet ya, neden dört dörtlük olmasın ki… “
Önümüze gelen irili ufaklı olaylara / durumlara ” wooow bu büyük bir problem ” demeden önce bir bakabiliriz.
” Bunu hayata / her şeye dair bakış açım söyletiyor olabilir mi? “
Kolaylıklar❤
Geçen günlerin birinde işte biz yine güvercinleri besleyelim diye çıkıyoruz yola, buğday aldığımız yerde kalmamış buğday. E napalım şimdi diyoruz. Geri dönsek niyete uymayacak. Yakınımızda bir fırından ekmek alıp verelim diyoruz. Başlıyoruz Masal’la minik minik bölmeye.
Bi’ Masal yiyor ekmekten, bi’ kuşlar:)
O sırada dua ediyorum seslisinden, bir dileğim var ” Ol dersin olur Rabbim” diyorum, ” nasip et. “
Tam o sırada bir kadın yanımıza yaklaşıyor, elinde koca bir buğday dolu poşet. ” Siz verin, minik kız versin bunları ” diyor…
Olmayanı orda anda olduruveriyor.
Daha ne desin?
Duamı bile unutup sadece bakakalıyorum.
Masal neşeyle kuşlara veriyor.
Ben sadece şükürdeyim.
Daha ne desin?
Daha ne diyeyim?
…..
2020 den notlar…Hatırlanası…
…Bu yılın ilk 6 ayında döne döne okumayı seçtiğim kitap biliyorsunuz Dain ‘in kitabı olmuştu. Geçen gün aklıma , içinden bir kısmı sizinle paylaşmak geldi.
Dain kitabında Gary nin 6 yaşında yaşadığı bir olaydan bahsediyor. Gary annesiyle ilk kez dönme dolaba binecek ve çok heyecanlı. Yerinde duramıyor. Annesi ona ” sakın korkma canım ” gibi bir cümle söylüyor. Halbuki Gary ‘nin hissettiği şey sadece heyecan , korku değil. Ve bundan sonraki tüm hayatı boyunca Gary , heyecanlandığı her yerde korktuğunu varsayıyor. Ve korku kelimesine bakış açılarımızı bilirsiniz.
Ve devamında şöyle soruyor Dain; sizin korku adını verdiğiiz şeyin ne kadarı aslında sizin yanlış tanımladığınız heyecandır? Ve sonra bu konuya seçim yapmayla devam ediyor.
Kaçımız duyguları tanıyoruz, kaçımız öğretildiği halini kopyalayıp öyleymiş sanıyoruz? Duyguları tanımlamak için onları tanıyor olmak, isimlerine de aşina olmak önemli.
” İyi hissettim, kötü hissettim ” in ötesinde bir yer burası. İnanın üzerine çalışınca öğreniliyor . Ve isme kavuşunca duygu, beden onu kendinden ayrı olarak görebiliyor, e yapışık değilse ona tutunmayı da bırakabiliyor, bir hafiflik gelir zaten hissedersiniz denerseniz
Özellikle ebeveynlikte aynalama tekniğinden bahsedilir .
Aslında beden duyguları bilir fakat tanımlama kısmını ve ifade ediliş şeklini çocuklar yetişkinlerden öğrenir. Çocuklarımız yaşadığı duyguyu tanımlamayı öğrenene kadar eğer ona siz destek olursanız rahatladığını gözlemlersiniz , anlaşıldığını bilir, sakinleşebilir ve daha anlamlı olanı hayatınının devamında duygularını tanımlayabilir , o duyguyla ne yapacağını bilebilir, kendi ihtiyaçlarını farkedebilir, şiddetsiz iletişimi kullanabilir hem kendine hem dünyaya.
Öğrenmek ister misiniz siz de yeniden? O halde başlayın. Önce duyguların adlarını inceleyin. Sonra kendinize dönün, en yakın zamanda yaşadığınız aklınıza yer etmiş bir sahneye gidin ve oradaki duyguyu tanımlayın. Bazen zor olabilir.
Yaptıkça yaptıkça bunun kolay olduğunu göreceksiniz. Ve duygunuz isme kavuşunca , önce durulduğunuzu, sonra güçlendiğinizi de algılayabilirsiniz. Bu kısım sihirli:) Nedeni başka yazının konusu.
İlk adım tanımak olsun.
Kolaylıkla.
-Bunlar iyi hoş da bir de gerçek hayat var…
Hayatın gerçekleri var evet , bu dünyanın bir gerçeklik algısı var, Peki ya senin gerçeklerin? Senin hayatının gerçekleri ne?
Kişisel gelişime dair bilgiler ışığında, bu yolda gördüm ki, teorik kısmı pratikte uygulayamıyorsak cümle tam da böyle oluyor.
” Gerçek hayat × ?? ” Burası herkese göre değişebilir.
Sesli dile getirenler ne ala. Peki ya içinizden bir ses tüm bu kişisel gelişim içeriğinde olan bilgilere, çalışmalara inanma diyorsa ve onunla sürekli bir savaş halindeyseniz? Hani bir görseniz şu-bu-o çalışmaların sonuçlarını , o zaman gerçek ve sanki uydurulmuşcasına bilgiler birlikte ilerleyecek gibi değil mi?
Bırakın tüm bilgileri bir süreliğine, dilerseniz tamamen. Gerçeklerinize bakın önce.
Tam yüzüne, neyse o.
Sonra tekrar bakın ve sıraya koyun, ne arzuluyorum bunlarla ilgili?
Ona – buna – şuna inanmak zorunda değilsiniz, zorundalık varsa illa , bu kendinize inanmak olsun.
Kendi varlığınızın gücüne inanmak olsun.
Kendime inanıyor muyum?
Bu ne?
Bununla ne yapabilirim?
Bunu değiştirebilir miyim?
Değiştirebilirsem nasıl değiştirebilirim?
İnandığınız yerden başlayın.
Bırakın tüm bildiklerinizi.
Yeni, hiç denemediğiniz ve çok da sarsmadan adımlar atın. Minik minik. Bebek gibi. Önce emekleyin, yürüyün ve sonra koşacaksınız. Süreçle birlikte emeğinizle olacak hepsi.
Kendinize inanın.
Gerçekliğinizi istediğiniz gibi yaratın.
Gerçek hayat ve diğer işte o neyse , … hayat diye ayırmadan kendi teoriğiniz , kendi pratiğinizle.
Destek almayı seçerseniz de , orda bilin ki sizi gerçekliğinizden ayırmaya çalışmıyor kimse. Aksine sizi size hatırlatmada yol arkadaşlığı ediyor. Gerçek hayat dediğinize yeniden bakmanızı istiyor. Tüm bunlar %100 doğru olabilir mi?
Yeter ki içiniz ve dışınız aynı şeyi söylesin.
Burası hafif.
Kolaylıkla.
Birlikteliğinizde ne kadar kendinizsiniz? Yoksa O ” öyle ” olun istediği için mi öylesiniz?
Ya da kaç parçanızı bıraktınız başlarken ya da devam ederken? Ve hala?
İlla bir birlikteliğimiz olsun diye bazen başka biri olmaya başlarız. Yalnız kalmayalım diye, ilişkisi var görünelim diye, uyumlu görünelim, başarmış olalım diye devam ettirip bırakmak zorunda hissettiğimiz parçalarımız olur. Gerçekten böyle midir? Sizi bu bütünlükte seven biri gerçekten olamaz mı?
Buna bir bakın istedim bugün.
Siz kendinizi her halinizle alıp kabul edebilseydiniz, değerli olduğunuzu bilseydiniz hayallerinizden de öte bir ilişkide kendiniz olarak mevcut olurdunuz değil mi? Ya da toksik ilişkiler yerine bir birlikteliğinizin olmamasını seçerdiniz değil mi?
Kendiniz olmaktan vazgeçtiğinizde – o ilişki olur ya da olmaz , biter ya da devam eder – merkezinizden yavaş yavaş hatta çoğunlukla anlamadan uzaklaşırsınız. ” Bi’ saniye ya, ben ne istiyordum? Bu ilişkide nerdeyim? aydınlanması. Ve merkezinize başkası geldiğinde, siz yavaş yavaş O olmaya başlarsınız. Onun doğruları , onun mümkün zamanları, onun seçimleri, onun istedikleri. Ve mutlaka da haklı! sebepleriniz olur, ” ama gerçekten öyle 🙂 ” Sahi ben de sorayım, bu sırada siz neredesiniz? Eğer siz de var olsaydınız, nasıl bir birliktelik doğardı?
İki insanın emekle, sevgiyle, hayalleriyle, değerleriyle ve kendi sevgi dilleriyle bir ilişki kurması için kendi hallerini bırakmalarına gerek yok biliyor musunuz? İlişkide tanışmak var, dönüşmek var, alışmak var, emek var, ” biz ” olma yolu var, tartışmak var, uzlaşmak var. Burası ne kadar hafif değil mi? Hayalleri bırakmaya gerek yok, neşeyi bırakmaya gerek yok, seçimleri bırakmaya da . Sadece iki ayrı insanın birlikte olma seçimi var. Burası da hafif öyleyse.
Peki bu şeker hafifliğin içinde ağır olan ne var? İlişkinizi gözlemleyin. ” Bu ilişki olsun diye , dursun diye bıraktığım parçalarım var mı? Eğer onları geri alsaydım hayatım neye benzerdi, ilişkim neye benzerdi? “
Sorun ve enerjiyi takip edin.
Kolaylıkla.
Kontrol mü?
O da ne?
Gerçekten var mı bu?
Bana kontrol edebildiklerini sayar mısın ?
Varsa da gücü ( konuda ) diğerine verince , o gücünü yitirmez mi , bu daha kolay değil mi sanki?
Hem ağır bir kelime değil mi o?
Farkında olmak, eşlik etmek ya da gücü ona vermemek varken… Kendinden büyük yaptığını görebiliyor musun? Bir duyguyu kendinden büyük yapıyorsun. Bir kişiyi kendinden büyük yapıyorsun. Bir konuyu kendinden büyük yapıyorsun ya da bir işi. Sonra kontrol ederek ” küçüldüm ” ben diyorsun. Çünkü edemiyorsun. O var, o geliyor, o oluyor, olmaya devam ediyor. Gücü terse çevir ve,
Bırak… ( ben de tam burdan geçiyorum )
Ve sor o kontrol dediğin yere ;
Eğer serbest bıraksaydım ve onu kontrol etmekten vazgeçseydim benim için daha fazla alan yaratabilecek olan neyi seçerdim?
Öfke kontrolüne de küçücük değineyim yeri gelmişken , kontrol konusu açılınca soranlar oluyor. Bir duyguyu kontrol etmek yerine, görmek , gözlemlemek, kaynağına dönmek belki de , içinden geçmek; işte o zaman farkındalık gelir. Öfke duygudur. Normaldir de. Kontrol direnç yaratır. Direnç ağırlık verir. Direnilen sıkıştırır. Sıkıştıran da nefes aldırmaz . Sonra gelir kendini yaşatmayı seçer tekrar tekrar sende. Çünkü ev sahibi muamelesi gördüğünü bilir.
Bir de nefs kontrolü var ki ona ayrı olarak değinirim belki bir gün🍀
Hep konforlu hissettiren yerlerde ve duygularda olmak istiyoruz değil mi ? Mükemmel hissedeyim, başarılı, mutlu… Konforsuz histe de kalmak neye benzerdi acaba? Bu dediğim, orda uzun süre kalıp kurban rolü yaratmak değil, onu reddetmek değil. Buranın dışında bir yerden bakmak, gerçekten bakmak, buna yer açmak.
Suçluluk, endişe, kaygı, değersizlik, yetersizlik, başarısızlık, hayal kırıklığı vb. Konforlu ya da konforsuz olsa da ayak seslerini farkedebiliyor musun? Orda ne kadar süre kalıyorlar , hep seninle mi farkında olarak ya da olmayarak?
Arkamı dönmeden , onun boynuna da sarılmadan bir yolu var mıdır burdan geçmenin ? Farkettiğimde fısıltısını, ağrısını, sancısını ya da bağırmalarını, ona söyleyecek birkaç kelimem var mıdır?
Kendi varlığımdan daha büyük kılıp kendimi kapana kısılmış hissettiğim o duygu ne?
.
.
Ruhumu, zihnimi, bedenimi buralara yavaş yavaş açarken , eğer buraya gönül vermişsem ki sanırım öyle uzun süredir, “evet farkındayım burası konforlu değil , şuan burdayım tamam ” dediğim an boğazımdan kalbime doğru bir hafiflikle – ki sonra bedeni terkediyor bir süreliğine – olana izin vermek. Sonra konu ile ilgili birkaç kelimem daha oluyor her durumda farklı seçtiğim , o an akan ve sonra proseslerle kolaylaştırdığım.
Koçluk desteğinde özel kıldığım yerlerden biri de burası. Konforlu ya da konforsuz duyguların içinde , teorikten pratiğe güvende, neşede , dünyada desteklendiğini hissettiğin, varlığının gücünü alıp kabul ettiğin yere gelene kadar yargısızlıktan, özenden işleyen , görülme, duyulma, sayılma ihtiyaçlarının bir kolaylaştırıcı tarafından desteklenmesi.
Seans sonrası o hafiflik var ya ” üstümden bir yük kalktı ” dediğin,bir kısmı bundan kaynaklanıyor. Hapsettiğin dışarı çıkıyor, bazen tanım buluyor , zaten de ihtiyacı bu adı dile gelsin istiyor, sonra tanımsızlaşıyor, boşluk oluşuyor. Burası hafif, burası keyifli.
Kolaylıkla.
Yarış, rekabet…
Yemek yemeyen çocuksak ” bak o yedi, senden daha büyük olacak ” diye yanımızdaki çocukla , okulda bizden daha yüksek not alan arkadaşımızla , evde daha hareketli ( bazılarınca yaramaz ) olan kardeşimizle kıyaslanırken ya da yarışırken bulduk hep kendimizi. Bazen o başarılı! olan biz olduk, gururlanırken arkadaşımızdan utandık. Çünkü gururlanan belki de biz değildik, öğrenilmişlikler.
” Yarışmalıyım. Hayat mücadele . Herkes benim rakibim olabilir. ” Hatta bazı iş kollarında bu rekabet çok güçlü anlatılır. Biliriz ki pasta dilimlerinden bahsedilir, o alırsa sana kalmaz, sen büyük pay alırsan ona az pay kalır gibi gibi. Bereketin, işin, varlığın sonsuzluğunu pasta dilimine çeviren ilginç bakış açılı insanlar:)
Karşınıza mutlaka birini koyuyorsunuz siz de , alışkanlık bu ya, başka türlü rekabet olamaz zaten, diğerinin güzelliğine , başarısına , statüsüne , yeteneklerine bakıp kendinizi hemen hemen her an yerle bir ediyorsunuz, yanlış , eksik ilan ediyorsunuz . Ya da hırsı sadece yarışla hayatınıza dahil ediyorsunuz . Belki öyle değildir!!! Ya da karşı tarafı yargılayarak , kınayarak , beğenmeyerek kendi değerinizi onun üzerinden ispat etmeye çalışıyorsunuzdur her seferinde. ” Aman canım bunu yapmakta ne var? “”Baksana tam yapamıyor bile. “” O değil , ben hakediyorum görmüyor musunuz? “
Şimdi hadi tüm bu hikayeleri bırakalım. Koşmanıza gerek yok , olabildiğinizi görmek için diğerlerine bakmanıza gerek yok. Bu realitelerin ötesinde, kendi realitenizi belirleseydiniz bu nasıl olurdu? Onlarla , diğerleriyle, dünyayla bu yarışı – devamı savaş – bu savaşı bıraksaydınız hayatınız nasıl olurdu?
Tamam. Kıyaslamaya çok fazla maruz kalmış olabilirsiniz. Ve şimdi bunu değiştirebilirsiniz. Önce kabul edin, bu halinizi tam bulmayan siz misiniz yoksa içinizdeki ebeveyn mi? Netleşin ve iyi bakın.
Eğer bu haldeki sizi , biricikliğinizi, değerinizi gerçekten tanıyor ve biliyor olsaydınız , o yanıbaşınızdaki sonsuz varlığı da onurlandırıyor olsaydınız, onunla barış içinde olsaydınız, işiniz, ilişkiniz, finansal durumunuz neye benzerdi?
“Yüzümü kendime dönebilirim.
Kendi potansiyelimi ortaya çıkarabilirim.
Kendimi ortaya çıkarabilirim.
Kendime güvenebilirim. ”
Kendinizi ortaya çıkarmanız için başkalarını referans almanıza gerek yok. Hadi bir seçim yapın , sadece kendinizden yola çıkan ve kendine odaklanan, merkezine.
Kolaylıkla.
Kendine yatırım yaptığın sırada senin de aklına hemen çevrene bunu anlatmak, onların da değişmesini istemek , yardım etmek geliyor mu? Bugünün konusuydu bu. Niyet ne kadar güzel olsa da , hep dediğimiz gibi, talep edilmeden yapılan şey sana göre iyilik. Sana, ona katkı olacak gibi gelirken, karşı taraf buna hazır bile olmayabilir. Hepimiz kendimizi bir yerde ‘ kurtarıcı ‘ ilan ediyoruz ya , bu gerçekten bizim işimiz mi? Ve biliyor musun her onu kurtarmayı düşündüğünde, onu kendine hapsediyorsun ve her seferinde onu anlamak için sen de onun frekansına düşüyorsun. O zaman sen de ne kadar dönüşmüş oluyorsun ? .
İlham kaynağı olsaydık, sadece insanlar bizden destek istediğinde ( hafif geliyorsa ) destek olmayı ( keyfimize göre ) seçseydik nasıl olurdu? .
He bir de şey demelerimiz var ya : ” Bence o da yardım istiyor da söyleyemiyor ! ” Bırakalım söylesin olur mu ? Kendimizi büyütüp onun enerjisini küçültmeyelim. Kişinin – varsa – imalarını kendi işimize geldiği gibi algılamak yine bizim bakış açımız:) Dileyen söylesin…. Ve bırakın gerekirse, seçerse o da profesyonel destek alabilir.
Etraftan bu konuda elimizi çekebilelim kolaylıkla. Eğer mesleğiniz hizmetse daha da bir özen gösterebiliriz bu konuya.