Etiket

teslimiyet

Browsing

Farkedebilirim önce.
En çok hangi cümleleri söylüyorum ona hata yaptığında, başarısız hissetiğinde, ağladığında, öfkelendiğinde, üzüldüğünde, düştüğünde?
Anlayabiliyor muyum onu?
Geçiştirmeye mi çalışıyorum yoksa?
Ağlamasın diye, önemsemesin diye hemen bir çırpıda geçsin diye.
O halini sarabiliyor muyum?
Kabul edebiliyor muyum onu öyle her haliyle?
İnsana dair olan her şeye hakkı olduğunu önce ben biliyor muyum?
Hata yapılabilir, canın yanınca ağlanabilir, insan üzülebilir, bazen beceremeyebilinir.
Hepsine hakkı olduğunu biliyor muyum?
Yoksa -meli, malı larım, zorunlu, şart kıldıklarım mı var?
” Tabi ki dikkatli olmalı. ”
” Başarılı olmak zorunda, hayatta başka türlü ayakta kalamaz… ”
” Ben ona gerçekleri öğretmeye çalışıyorum, hayatı öğrensin şimdiden. “

Farkedebilirim sonra.
Benim içimde dönen cümleleri duymayı, bakışları görmeyi seçebilirim.
En çok hangi cümleleri söylüyorum kendime hata yaptığımda, başarısız hissetiğimde, ağladığımda, üzüldüğümde, düştüğümde?
Ne hissediyorum?
Sonrası aynı işte.
Ben bu iç sesi nereden geliştirdim acaba?
Kimden duydum bunları?
Gerçek mi?
Bana iyi geldi mi?
Şu an ki hayatıma katkı mı?

Sonraaaa gelebilirim şuraya.
Suçlamaların, kurban olmanın ötesinde bir yer var.
Yetişkin olma sorumluluğumu aldığım bir yer.
Yaralarımı artık kendim onarabilirim.
Birlikte büyüdüğüm herkes de birilerinin yanında büyüdü. Bu bir zincir. Onlar da o zincirin halkası. Bu onların bakış açısıydı. Ve çoğu bildiklerinin en iyisini yapmaya çalıştılar.
Büyüdüm.
Ben büyüdüm.
Kendim yapabilirim, deneyebilirim.
Kendim yeni gerçekler yaratabilir ve onlara bakabilirim.
Ve oralara şefkat gösterebilirim.
A aaa bir de bakmışım ki, çocuğuma olan seslerim de değişiyor.
Ne güzel.

Bilelim ki; çocuğumuzun yetişkinlikteki iç sesi sadece ona söylediğimiz cümlelerden olmayacak, bir de bizim kendimize söylediğimiz seslerden oluşacak.
Ona neler duyurmak isterdim?

Kendim üzerine, en çok kendim üzerine çalışabilirim.
Bu bize iyi gelebilir.
Yeni bir dil bulabiliriz.
Şefkatli.
Birlikte, el ele, kalp kalbe.
Kolaylıkla.

Kızımın yeni yeni, her şeyi denemek için yoğun çaba sarfettiği dönemler. Bardaklar düşüyor, kırılıyor, elindekiler kayıyor. O sırada bi ses geliştiriyoruz kendiliğinden: ” a ooo, kırıldı / Sen iyi misin? / Hadi toplayalım / temizleyelim ne dersin? “
Tüm benzer sahnelerde aynı dili kullanıyoruz. Masal her seferinde bizi izliyor, tepkimizi; hiç değiştirmemeye çalışıyoruz. Sonra ortak dilimiz oluyor, Masal da söylüyor:)
Tam o zamanlarda bir seminere katılıyorum. Özşefkatle ilgili. Christopher Germer şuna benzer bir şey diyor: öz şefkate yaklaştığınızda göreceksiniz. Elinizden bir şey düştüğünde, kırıldığında kendinize ne diyorsunuz? Bu söylemleriniz değişecek, buradan da başlayabilirsiniz / anlayabilirsiniz ( tam hatırlayamıyorum ama anlamı böyle )
” İşte bu. ” diyorum, bilmeden Masal’ın bedenine ne güzel bir ses duyurmuşuz, ileride kendini dövmeyecek böyle sahnelerde. Bi’ gurur geliyor önce, sonra semineri daha fazla dinleyemiyorum.
Çünkü bazı anılar canlanıyor zihnimde. Öyle canlı ki… Çocukluğuma dair, uzun süre yaşadığım…Yanlışlıkla olan tüm dökmelerimde , kırılmalarda, düşmelerde bana bakan bir çift göz hatırlıyorum utandıran, yargılayan, korkutan ve ” cık cık ” yaparak başını çeviren. Dökmeyeyim diye çabalarımı hatırlıyorum sonra. Ne büyük korku… Öyle bir şey ki , o bir çift gözle aramıza mesafeler girdikten sonra da her benzer kazada etrafa bakıp o gözlerdden var mı diye arayan birine dönüşüyorum. Bakan göz bulamadığım zamanlarda da hala öyle tedirgin, kaygılı. Hiç değişmiyor. Utanıyorum.
…O gece o seminerden sonra bana bir şey oluyor, çok güzel bir şey oluyor hem de. Sadece Masal’a değil, kendime de aynı sesi duyurmayı seçiyorum : ” a ooo düştü, olsun toparlarız, temizleriz. Sen iyisin ya, önemli olan bu. “
İnanamıyorum.
Diyebiliyorum…

Bana bakan bir çift göz var yine hep yanımda; o boncuk boncuk bir çift göz benim çocukluğumu da benimle birlikte sarıp sarmalıyor, her geçen gün daha da.” Düştüüü” diyor, gülümsüyor. O gülümsüyor ya, çocukluğum gülüyor. Utancı, kaygıyı, korkuyu yere bırakıyor. Şifalanıyor.
Canım miniğim. Canım… Bana neler ediyor bilmiyor.

 

Yakın zamanda bir arkadaşım, çocuğunun iştahsızlığından bahsetti ve önerimi sordu.
Çocuk doktoru değilim, bu konuda bir uzmanlığım da yok. Benin dilim her bireyi, kendi dünyasından tanımaya, anlamaya çalışmak o kadar.
Biz güzel güzel anne-anne sohbetine başladık. Fakat bir yerden sonra başka bir şeyler açığa çıkmaya başladı. En iyi bildiğim ve yaptığım şeylerden biri koçluksa, bir kaç soruyla konunun tam olarak ne olduğuna bakmanın tam zamanıydı sanki.
Doktoru sağlıklı olduğunu söylüyor, anne sağlıklı olduğunu görüyor. Devam ettikçe konuşma, ne çok şeyi sevdiğini ve yediğini bile farkediyor anne hatta:))
Ve sonunda esas yere ulaştık. Konu şuydu; Çocuğu zayıftı ve yakınındaki bir kaç kişi çocuğunun kilosundan memnun değildi.
” Bi’ beğendiremedim kilosunu…”
Dışarıda görünen zorlanmanın içeride karşılığı başka, bambaşka.
Konu çocuk değil, konu iştah da değil.
İspat çabalarımız ( iyi anne, başarılı anne… ) , kabul görme – onaylanma ihtiyaçlarımız – öğrenilmiş anne şekilleri, idealize edilmiş çocuk şekilleri veya kendi çocukluğumuz… Herkeste karşılığı farklı.
Konu, eleştirilmek de değil. Yoldan geçen bile eleştiriyor ebeveyni canı isterse. Önemli olan bu eleştiridr bana ne oluyor? Ne yapıyorum? Ne hissediyorum? Kendimi yanlış, onu doğru mu yapıyorum her seferinde?
Genelde / bazen böyle olur, seans alanlar bilir.
Bir sonuçla gelirsiniz, konuda derinleştikçe, esas konu ve sonuç arasında epey mesafe çıkabilir.
Yeter ki kaynağa erişelim. ” Burada ne oluyor? Görünenin ötesinde ne oluyor? ”
Başka hiç bir şey konuşmaya ve yapmaya gerek kalmayabilir bu noktadan sonra.
İnsan neyi neden yaptığını bi’ farketsin – sonrası öyle hafiflik ki.
Ama insan, bir sonuca takılıp kaldıysa, ardında ne olduğunu göremeyebilir.
Neyi neden yaptığını anlayamayabilir.
Destek almak değerli bu noktada.

Belki sizin de şu an yaşadığınız bir döngü varsa kıramadığınız, acaba burada gerçekten ne oluyor, burada size ne oluyor? Ne hissediyorsunuz ve isteğiniz ne? diye bakabilirsiniz.
Görmek, ifade etmek bazen kolay olmayabilir.
Yeter ki gönüllü olun görmeye.
Belki kendi başınıza, belki destekle çıkın oradan.
Sancıları uzatmamak da bir seçim.
Seçin.
Dilerim.

Şunu belirtmek isterim: Yazıyı annenin iznini alarak paylaştım. İkinci önemli konu, bahsettiğimiz çocuğun yaşı tam da birey olduğunu algıladığı dönem, buralarda yemek seçmek zaten normal – bence hep normal 🙂 Ve son olarak, eğer konuşmanın içeriğinde çocuğa dair bir şey farketseydim, konu çocuk olsaydı gerçekten, o zaman koçluk biter ve gerekli yönlendirme yapardım.

Düşünün ki, 3 kişi oturuyorsunuz. Sohbetin bir bölümünde ya da tamamında diğer 2 kişi sizin hakkınızda konuşuyorlar.
Utandığınız anları, yükledikleri sıfatları , sizin hakkınızdaki bakış açılarını anlatıyorlar birbirlerine ya da biri anlatıyor, diğeri sorup duruyor. Bazılarına filtre koyuyorlar isminizi geçirmeyerek cümle aralarında, bazılarında direkt sizi işaret ederek anlatıyorlar.
Ne hissederdiniz?
O sırada ne yapardınız?
Konuşan iki kişiye karşı tavrınız ne olurdu o sırada ya da sonrasında?
Peki ilişkiniz nasıl olurdu?

Sanırım olan bu.
Çocuklara, belli bir yaşa kadar olan bu.
O öyle, bizim bildiğimiz dilden sohbete dahil olamayınca varlığı o ortamda yok sayılıyor, görünmez oluyor, ne tuhaf değil mi?

O orada.
Siz konuşurken arkadaşınızla, babasıyla/annesiyle , o orada, yanınızda.
Yaramazlıkları, inatları, yormaları, tüketmeleri, huysuzlukları ( bunlar bizim koyduğumuz etiketler, bu ayrı yazı konusu) ya da utanabilecekleri anılar ( sırf komik diye anlatma isteğimiz, bize komik! ) her anlattığınızı duyuyor.

Yoksa anlamıyorlar gibi mi geliyor size de?
Annem bazen soruyor, anlıyor mu şimdi hepsini?:)
Anlıyorlar.
Duyuyorlar.
Görüyorlar
Hissediyorlar.
Sözle anlamasa enerjiyle anlıyorlar, mimiklerimizden anlıyorlar.
Ama anlıyorlar.
Aynı yetişkinler gibi.
Anlıyorlar.
Yetişkinler gibi cevap veremiyorlar sadece.
Ya da verse de susturuluyorlar, susturulmaya çalışılıyorlar.
” Benim hakkımda konuşmayın, izin vermiyorum”
” Burdayım beni göremiyor musunuz?”
” Bu yaptığınız doğru değil, yanımda yapmayın bari. “
” Benim hakkımda gerçekten böyle mi düşünüyorsun? “
” Utandığım, suçlandığım şeyleri burda anlatmaya hakkın var mı, onlar benim özelimdi, iznimi almadın bile. ” diyemiyorlar.
Deselerdi eminim başka olurdu her şey.

Olsun.
Onlar diyemiyor olsa da biz onları gerçekten görmeyi seçebiliriz.
Anlatma isteğimizi öteleyebilir ya da altındaki sebebe bakabiliriz.
Kendi çocukluğumuzda, bizim hakkımızda başkalarıyla konuştuklarında ebeveynlerimiz, ne hissettiğimize bakıp daha kolay buradan çıkabiliriz.
Ve sonra tüm bu olanları onarabiliriz.
İlişkimizi onarabiliriz.
Kolaylıkla olsun.

Koçluğun sevdiğim ve anlamlı olan yeri , süreçte olan tüm değişimi – çünkü bunu alıp kabul etmek de ayrı bir konudur – size yansıtıyor olmasıdır.
Siz farkedemeyebilirsiniz bazen, ama koç başlangıç ve yeni yer arasındaki dönüşümü takip eder ve size sunar.
Enneagram da bana geçen hafta tam olarak bunu yaptı.
Çocukluğumdan, özellikle 20 li yaşlarımdan bugüne olan dönüşümü bana, benim farkettiğim çok daha üstünde bir yerden yansıttı.
Ve daha önce hiç dile gelmeyen şükürler dile geldi sayesinde🙏
Uzun zamandır takipte olduğum bu öğreti için en hayırlı zamanı dilemiştim. ” Artık hazırım” dediğimin, kiminle uyumluysam ondan öğrenmeyi seçmemin üstünden 3 gün geçti ve karşıma çıktı. İyi ki çıktı. Zaten uzun zamandır da takip ediyordum  Özgür Taşkıran’ı, ne iyi geldi ne çok hediye verdi şükürler olsun. 
Sonsuz minnet doluyum nasip edene ve sunana.
Uzmanı varken bana anlatmak düşmez ama bendeki karşılığını yazmak istedim , belki size de yeni, katkı dolu bir kapıyı aralar.
– Neredeydim, şu an neredeyim ve yolculuk nereye konusunda müthiş bir rehber bana göre.
– Kendiniz hakkında tüm tanımlarınızı görüp işte tam buradan tanımsızlığa doğru geçebilirsiniz buradaki farkındalıkla. Nasıl dönüşmek istiyorsanız işte o yöne.
– Korkularınızı, zaaflarınızı, yeteneklerinizi, potansiyelinizi keşfedebilir tüm bunları fırsata çevirebilirsiniz.
– En yakınlarınıza, onların kişilik profillerini rehber alıp destek olabilir ve artık farklı bir pencereden onlara bakabilirsiniz. Bu çok değerli…
– Benim bakış açıma göre en anlamlısı şurası oldu ki; ” Neden böyleyim , neden şöyle yapıyorum , neden böyle davranıyorum, neden böyle düşünüyorum, neden yapamıyorum? ” diye kendinizi dövdüğünüz yerler belki de sizin en değerli parçalarınızdır ve onları sevmeyi öğrenebilirsiniz.
Herşey düşündüğünüzün tersine dönebilir yani:)
Fırsatınız olursa siz de deneyimleyin dilerim.

Birlikteliğinizde ne kadar kendinizsiniz? Yoksa O ” öyle ” olun istediği için mi öylesiniz?
Ya da kaç parçanızı bıraktınız başlarken ya da devam ederken? Ve hala?

İlla bir birlikteliğimiz olsun diye bazen başka biri olmaya başlarız. Yalnız kalmayalım diye, ilişkisi var görünelim diye, uyumlu görünelim, başarmış olalım diye devam ettirip bırakmak zorunda hissettiğimiz parçalarımız olur. Gerçekten böyle midir? Sizi bu bütünlükte seven biri gerçekten olamaz mı?
Buna bir bakın istedim bugün.
Siz kendinizi her halinizle alıp kabul edebilseydiniz, değerli olduğunuzu bilseydiniz hayallerinizden de öte bir ilişkide kendiniz olarak mevcut olurdunuz değil mi? Ya da toksik ilişkiler yerine bir birlikteliğinizin olmamasını seçerdiniz değil mi?

Kendiniz olmaktan vazgeçtiğinizde – o ilişki olur ya da olmaz , biter ya da devam eder – merkezinizden yavaş yavaş hatta çoğunlukla anlamadan uzaklaşırsınız. ” Bi’ saniye ya, ben ne istiyordum? Bu ilişkide nerdeyim?  aydınlanması. Ve merkezinize başkası geldiğinde, siz yavaş yavaş O olmaya başlarsınız. Onun doğruları , onun mümkün zamanları, onun seçimleri, onun istedikleri. Ve mutlaka da haklı! sebepleriniz olur, ” ama gerçekten öyle 🙂 ” Sahi ben de sorayım, bu sırada siz neredesiniz? Eğer siz de var olsaydınız, nasıl bir birliktelik doğardı?

İki insanın emekle, sevgiyle, hayalleriyle, değerleriyle ve kendi sevgi dilleriyle bir ilişki kurması için kendi hallerini bırakmalarına gerek yok biliyor musunuz? İlişkide tanışmak var, dönüşmek var, alışmak var, emek var, ” biz ” olma yolu var, tartışmak var, uzlaşmak var. Burası ne kadar hafif değil mi? Hayalleri bırakmaya gerek yok, neşeyi bırakmaya gerek yok, seçimleri bırakmaya da . Sadece iki ayrı insanın birlikte olma seçimi var. Burası da hafif öyleyse.

Peki bu şeker hafifliğin içinde ağır olan ne var? İlişkinizi gözlemleyin. ” Bu ilişki olsun diye , dursun diye bıraktığım parçalarım var mı? Eğer onları geri alsaydım hayatım neye benzerdi, ilişkim neye benzerdi? “
Sorun ve enerjiyi takip edin.

Kolaylıkla.

Kontrol mü?
O da ne?
Gerçekten var mı bu?
Bana kontrol edebildiklerini sayar mısın ?
Varsa da gücü ( konuda ) diğerine verince , o gücünü yitirmez mi , bu daha kolay değil mi sanki?
Hem ağır bir kelime değil mi o?
Farkında olmak, eşlik etmek ya da gücü ona vermemek varken… Kendinden büyük yaptığını görebiliyor musun? Bir duyguyu kendinden büyük yapıyorsun. Bir kişiyi kendinden büyük yapıyorsun. Bir konuyu kendinden büyük yapıyorsun ya da bir işi. Sonra kontrol ederek ” küçüldüm ” ben diyorsun. Çünkü edemiyorsun. O var, o geliyor, o oluyor, olmaya devam ediyor. Gücü terse çevir ve,
Bırak… ( ben de tam burdan geçiyorum )
Ve sor o kontrol dediğin yere ;
Eğer serbest bıraksaydım ve onu kontrol etmekten vazgeçseydim benim için daha fazla alan yaratabilecek olan neyi seçerdim?

Öfke kontrolüne de küçücük değineyim yeri gelmişken , kontrol konusu açılınca soranlar oluyor. Bir duyguyu kontrol etmek yerine, görmek , gözlemlemek, kaynağına dönmek belki de , içinden geçmek; işte o zaman farkındalık gelir. Öfke duygudur. Normaldir de. Kontrol direnç yaratır. Direnç ağırlık verir. Direnilen sıkıştırır. Sıkıştıran da nefes aldırmaz . Sonra gelir kendini yaşatmayı seçer tekrar tekrar sende. Çünkü ev sahibi muamelesi gördüğünü bilir.

Bir de nefs kontrolü var ki ona ayrı olarak değinirim belki bir gün🍀

Hep konforlu hissettiren yerlerde ve duygularda olmak istiyoruz değil mi ? Mükemmel hissedeyim, başarılı, mutlu… Konforsuz histe de kalmak neye benzerdi acaba? Bu dediğim, orda uzun süre kalıp kurban rolü yaratmak değil, onu reddetmek değil. Buranın dışında bir yerden bakmak, gerçekten bakmak, buna yer açmak.
Suçluluk, endişe, kaygı, değersizlik, yetersizlik, başarısızlık, hayal kırıklığı vb. Konforlu ya da konforsuz olsa da ayak seslerini farkedebiliyor musun? Orda ne kadar süre kalıyorlar , hep seninle mi farkında olarak ya da olmayarak?

Arkamı dönmeden , onun boynuna da sarılmadan bir yolu var mıdır burdan geçmenin ? Farkettiğimde fısıltısını, ağrısını, sancısını ya da bağırmalarını, ona söyleyecek birkaç kelimem var mıdır?
Kendi varlığımdan daha büyük kılıp kendimi kapana kısılmış hissettiğim o duygu ne?
.
.
Ruhumu, zihnimi, bedenimi buralara yavaş yavaş açarken , eğer buraya gönül vermişsem ki sanırım öyle uzun süredir, “evet farkındayım burası konforlu değil , şuan burdayım tamam ” dediğim an boğazımdan kalbime doğru bir hafiflikle – ki sonra bedeni terkediyor bir süreliğine – olana izin vermek. Sonra konu ile ilgili birkaç kelimem daha oluyor her durumda farklı seçtiğim , o an akan ve sonra proseslerle kolaylaştırdığım.

Koçluk desteğinde özel kıldığım yerlerden biri de burası. Konforlu ya da konforsuz duyguların içinde , teorikten pratiğe güvende, neşede , dünyada desteklendiğini hissettiğin, varlığının gücünü alıp kabul ettiğin yere gelene kadar yargısızlıktan, özenden işleyen , görülme, duyulma, sayılma ihtiyaçlarının bir kolaylaştırıcı tarafından desteklenmesi.
Seans sonrası o hafiflik var ya ” üstümden bir yük kalktı ” dediğin,bir kısmı bundan kaynaklanıyor. Hapsettiğin dışarı çıkıyor, bazen tanım buluyor , zaten de ihtiyacı bu adı dile gelsin istiyor, sonra tanımsızlaşıyor, boşluk oluşuyor. Burası hafif, burası keyifli.

Kolaylıkla.

Yarış, rekabet…

Yemek yemeyen çocuksak ” bak o yedi, senden daha büyük olacak ” diye yanımızdaki çocukla , okulda bizden daha yüksek not alan arkadaşımızla , evde daha hareketli ( bazılarınca yaramaz ) olan kardeşimizle kıyaslanırken ya da yarışırken bulduk hep kendimizi. Bazen o başarılı! olan biz olduk, gururlanırken arkadaşımızdan utandık. Çünkü gururlanan belki de biz değildik, öğrenilmişlikler.

” Yarışmalıyım. Hayat mücadele . Herkes benim rakibim olabilir. ” Hatta bazı iş kollarında bu rekabet çok güçlü anlatılır. Biliriz ki pasta dilimlerinden bahsedilir, o alırsa sana kalmaz, sen büyük pay alırsan ona az pay kalır gibi gibi. Bereketin, işin, varlığın sonsuzluğunu pasta dilimine çeviren ilginç bakış açılı insanlar:)

Karşınıza mutlaka birini koyuyorsunuz siz de , alışkanlık bu ya, başka türlü rekabet olamaz zaten, diğerinin güzelliğine , başarısına , statüsüne , yeteneklerine bakıp kendinizi hemen hemen her an yerle bir ediyorsunuz, yanlış , eksik ilan ediyorsunuz . Ya da hırsı sadece yarışla hayatınıza dahil ediyorsunuz . Belki öyle değildir!!! Ya da karşı tarafı yargılayarak , kınayarak , beğenmeyerek kendi değerinizi onun üzerinden ispat etmeye çalışıyorsunuzdur her seferinde. ” Aman canım bunu yapmakta ne var? “”Baksana tam yapamıyor bile. “” O değil , ben hakediyorum görmüyor musunuz? “

Şimdi hadi tüm bu hikayeleri bırakalım. Koşmanıza gerek yok , olabildiğinizi görmek için diğerlerine bakmanıza gerek yok. Bu realitelerin ötesinde, kendi realitenizi belirleseydiniz bu nasıl olurdu? Onlarla , diğerleriyle, dünyayla bu yarışı – devamı savaş – bu savaşı bıraksaydınız hayatınız nasıl olurdu?
Tamam. Kıyaslamaya çok fazla maruz kalmış olabilirsiniz. Ve şimdi bunu değiştirebilirsiniz. Önce kabul edin, bu halinizi tam bulmayan siz misiniz yoksa içinizdeki ebeveyn mi? Netleşin ve iyi bakın.
Eğer bu haldeki sizi , biricikliğinizi, değerinizi gerçekten tanıyor ve biliyor olsaydınız , o yanıbaşınızdaki sonsuz varlığı da onurlandırıyor olsaydınız, onunla barış içinde olsaydınız, işiniz, ilişkiniz, finansal durumunuz neye benzerdi?

“Yüzümü kendime dönebilirim.
Kendi potansiyelimi ortaya çıkarabilirim.
Kendimi ortaya çıkarabilirim.
Kendime güvenebilirim. ”

Kendinizi ortaya çıkarmanız için başkalarını referans almanıza gerek yok. Hadi bir seçim yapın , sadece kendinizden yola çıkan ve kendine odaklanan, merkezine.

Kolaylıkla.

Düşün ki bir ilişkin var ve çok mutlusunuz, ikinizin de keyif aldığı bir ilişki ve çevrendeki herkes de sizin ilişkinizi destekliyor. Gün geliyor ve evlenmek istiyorsunuz. Tam bu anda iyi niyetinden şüphe etmediğin , niyeti seni korumak olan , geçmiş yaşadığı ya da duyduğu deneyimlerle birçok bakış açısı olan bir arkadaşın ” vazgeç bu sevdadan, mutsuz olacaksın, başaramazsın evliliği, hakkında hiçbir şey bilmiyorsun, yol yakınken dön , bekarlık sultanlık😊 ” diyor. Ne yaparsın?
Ya onu ikna etmeyi denersin korkularını anladığını ifade edip; sürekli tekrarlama halindeyse eğer, mesafe koyarsın aranıza ve onun yanından ayrıldığın an kendine merkezine dönersin, mutluluğuna, amaçlarına, kendi neşene. Tahminlerimden biri bu. Tüm söyledikleri onun ilginç bakış açısıdır. Ne düğünü iptal etmek, ne ilişkiyi bitirmek aklından geçmez değil mi? ( burada arkadaşlığını bitiremeyeceksin, öyle düşün:) ) 

Heh işte zihnimiz de böyle işliyor. Her şey kayıt altında ya hani, tam sen rotanda ilerlerken, her şey tıkır tıkır yolunda giderken bir ses yükseliyor içinden ” vazgeç… Bilmediğin yerlere gitme, kal işte burada, yuvarlanıp gidiyoruz işte ne var bunda? ” ve nicesi işte. O cümleleri az çok biliyorsun.
Aynı metod . Ya onu ikna etmeyi denersin ( seni korumaya çalıştığını bildiğin için ) , sürekli tekrarlıyorsa arana mesafe koyarsın ve her an kendi amacını hatırlarsın o konuşsa da .

Ona RAĞMEN değil, onunla BİRLİKTE hareket edebilmek esas olan. RAĞMENler direnç yaratır. Onu yok sayamazsın . Bir illüzyon da olsa var işte, duyuyorsun , geçmiş tekrarı olsa da var. Ama amacını, rotanı işte adı sende her neyse oraya dönersen yüzünü ve onun da yanında gelmesini teklif edersen -ki gelmeyebilir bu şahane olur- artık geriye mucizelerin enerjisi kalır . Onların tadını çıkarmak🍀 Hayallerinden vazgeçmezsin değil mi? 🌍 .

O sesi düşman bilme. Bazen egodan düşman diye bahsedenleri duyuyorum. Sadece seni güvendiği alanda tutmaya çalışıyor o kadar. Korumaya çalışıyor bildiğince. Bu kötü değil.
Bir de unutmadan; onu dinleyeyim, kulak vereyim, ikna edeyim derken de aman kaybolma oralarda ,gücünü ona verme . Şuanı hatırla. O geçmişten geliyor. Sense buradasın. Konuş ve sonra geri gel buraya.

Bilmediklerine merakla git, yeni olanı hediyeleriyle karşıla, hayat sonsuz ihtimallerle dolu. İzin ver kendine. Belki hayallerinin de ötesinde olur her şey ne dersin?
Sabotajın da hediyeleri vardır eminim dışarıda aramaktansa , kendi kendinin durdurucusu olduğunu fark etmen kafi. Mucizeler seninle olsun.

Kolaylıkla.