Etiket

yaşamkoçu

Browsing

Yeniden vizyon panosu konusuyla karşınızdayıııım.

Haydi gelin, bu sene siz de bir değişiklik yapın, katılın bu akıma. 2025 yılında gerçekleşmesini seçtiğiniz, niyetine girdiğiniz, sizi heyecanlandıran, ” olsa ne güzel olur. ” dediğiniz her şeyin görselini bulun ve bir mantar panoya ya da bir kartona bu görselleri yerleştirerek kolaj hazırlayın. Bunun için dergiler, gazetelerden faydalanabileceğiniz gibi -son dönemde benim de tercihim- internette araştırıp o resmin çıktısını da alabilirsiniz. Eğer sizin arzunuzu tam anlatan görseli bir türlü bulamazsanız, kelimelerden, cümlelerden de faydalanabilirsiniz. Ve finalde hazırladığınız panoyu her gün görebileceğiniz yere asarsanız siz de yeni yıla hazırsınız demektiiir:)

Şimdi gelelim vizyon panosu çalışması ile ilgili farkında olmanızı istediğim birkaç önemli noktaya:

  1. Hayalinizi tam yansıtan görseli bulana kadar aramaya devam edin. Yoksa herhangi bir görsel, sizde heyecan oluşturmayabilir ve sadece bir görsel olarak kalabilir.

2 . Vizyon panosunun, seçimlerinizi bilinçdışına tanıtmanın ve seçiminize ait titreşimi aktive etmenin yanısıra itici güç etkisi de vardır. Motivasyon kaynaklarındadır, harekete geçirebilir.  Sadece bunun için bile yapabilirsiniz.

3. Eğer vizyonunuzun içine giremiyorsanız, orada hissedeceğiniz duyguyu aktive edemiyorsanız, onlar ortaya çıktığında ‘kim’ olacağınızı bilmiyorsanız, bir ihtimal panodaki vizyonunuz gerçekleşmeyebilir. Panonun amaçlarından biri de, frekansınızı arzuladığınız gerçeklikle uyumlu hale getirebilmektir. Bir kaç ay geçtikten sonra, frekansınızın değişmediğini  ve hatta panoya bakarken” Neden hala olmadı?” gibi yokluk alanına çekildiğinizi farkederseniz, panoyu ortadan kaldırabilirsiniz. Görevi bu değil çünkü.

4. Panoyu eğlenceli hale getirin. Hayati yapmasaydınız hayatı, bu yıl nelerle eğlenmek isterdiniz? Aktiviteleri, neşeli anlarla ilgili konuları unutmayın. Size neşey, eğlenceyi, kolaylığı, ihtişamı hatırlatan her şey olabilir.

Ve son olarak hatırlatmaktan hiç bıkmayacağım konu şu ki; hiçbir hedef sizi bugünden koparmasın olur mu?  Hayallerimiz, hedeflerimiz olsun ama mümkünse her güne, bir anı, bir tat bırakmadan günü bitirmeyin. Gerçek olan tek an, bu an. Bu anı kaçırmayın. Günü bitirirken ” iyi ki ” dediğiniz anlarınız olsun. Dilerim olsun.

Yeni yıl hepimize ışıl ışıl gelsin. Sağlıkla, huzurla, aşkla, kolaylıkla, zenginliklerle…

Görüşmek üzere

 

 

Vizyon panosunu daha önce duydunuz mu?

O yıl ortaya çıkmasını istediğiniz, seçtiğiniz her şeyi görsel olarak hazırlıyor ve hepsini bir panoda toparlıyor, görebileceğiniz bir yere asıyorsunuz. Bu panoya ‘vizyon panosu’ diyoruz.  Daha önceleri çok kez anlatmış olsam da, bu yıl da yeniden zevkle nasıl yapacağınızı detaylı bir şekilde anlatacağım. Çünkü çok seviyorum:)

Bu çalışmayı öğrendiğimden beri ben de yıllardır Aralık ayının sonlarına doğru ya da Ocak ayında vizyon panomu hazırlar ve yılın son günü okumak şartıyla tüm detaylarıyla o yıla dair kendime mektup yazarım. Bunu grup çalışması olarak yaptığımız zamanlar da oldu, yüz yüze çalıştığım zamanlarda. Birlik enerjisi ve heyecanıyla hazırlamanın etkisi de bambaşka. Dilerim yeniden böyle etkinliklerle buluşma şansımız olur.

Hatırlıyorum, bu yıllar içinde yapmadığım zamanlar da oldu panoyu. Sadece hayat ne getiriyorsa onu almayı, onun içinde kalmayı ve kabul etmeyi seçtiğim yıllardı. Bu da bir seçim.

Birkaç yıldır kendi hayatımda dikkatimi çeken birşey oluyor bununla ilgili . Özellikle yılın son aylarına giriş yapmamızla birlikte hayatımdaki dönüşümler hız kazanıyor. Sanki, vizyon panomda olanlar, yıl kapanmadan tamamlanması gereken görev listesiymiş de, hızla tamamlanmaya çalışıyor gibi hummalı bir çalışma başlıyor sistemde, çok garip 🙂 Şükürler olsun.

Bu yıl da aynısı oluyor. Panoma şöyle bir bakarken, neler gerçekleşti ve gerçekleşmeyi bekleyen neler var diye gözden geçirirken bir seçimimin şuana kadar ortaya çıkmadığını gördüm. Aslında olsun diye girişimlerim olan ama bir türlü gerçekleşmeyen bir isteğim. Veee sonra ne oldu???? Benim bunu düşünmemin ardından hemen karşıma çıktııı… Çabasız. Kendiliğinden. Hem de yıl bitimine birkaç gün kala. Heyecanı, coşkusu ve o derin minnet hali. Oldu oldu oldu:)  Sanırım bu 3 kelime en çok buraya yakışırdı:)

Tam da bu anın coşkusuyla ve vesilesiyle bir hatırlatma yapmak istedim bugün. Vizyon panosuna eklediklerimiz, onları seçmemizle ilgili. İstemekle değil, hakikaten istemenin ötesine geçmekle ilgili. Vizyonun içinde olmak, orada konumlanmakla ilgili.

Seçim dediğimiz, çabasız bir yer. Çabalayarak bulunan, aranan, ulaşılan bir yer değil. Çekiştirilen, ittirilen, koşulan bir yer hiç değil.

Seçim anda. Hemen şu anda.

“Neyi seçiyorum? ” “Hayatımda ne ortaya çıksın?” ” Bu ortaya çıktığında ben kim olacağım, nasıl hissedeceğim?”

İşte bunun içinde olmak. O hissi sistemimize tanıtmak, hatırlatmak ve aktive etmek.

Seçim varsa, orada öncelikle OL-MAK var. O kişi olmak, o seçimin kendisi olmak.

Bu, tohum ekmek gibi. Önce ekeriz ve sonra bakım verir, bekleriz. Karşımıza çıkan işaretler, fırsatlar , enerjinin harekete geçtiğine dair sinyaller, bazen kolaylaştırıcılar… Tüm bunlar seçtiğimizin göstergelerindendir. Başlatma enerjisi.

Bazense bazı konularda beklemeyiz bile, anda ortaya çıkar. Hemen o an. Hayatınızda, içinizden bir anlığına geçirdiğiniz ve ortaya çıkan şeyler var mı sizin de? Dilerim bu deneyimi yaşamışsınızdır.

Ve işte o alışkın olduğumuz YAP-ma kısmı asıl bundan sonra devreye girer, ” Nasıl?” kısmı bize duyurulur.

“Git ve onu al. ” “O kişiyi ara” “Evden dışarı çık.” ” O arkadaşınla buluş. ” “O eğitimi al. ” “O ilana başvur ” “O adımı at.” “Yeter ki o adımı at. ” “Bunun üzerine çalışmaya başlayabilirsin. ” Fırsatlar, işaretler ve adımlar böyle ve buna benzer versiyonlarla gelir.

Biz bunun tam tersi formunu kullandığımızda, daha ne istediğimizde netleşmemişken, seçmemişken, gözümüzde o formu canlandırıp içine yerleşememişken, enerjisiyle hizalanamamışken  ” Şimdi ne yapacağım? Bunu nasıl yapacağım? Nasıl yapacağımı bilmiyorum. ” sorularıyla arzuladığımız hayatla aramızdaki mesafeyi gitgide açıyoruz farkında olmadan. Ne içinde olduğumuz andan memnun oluyoruz ne de o yere gidebiliyoruz…

Bir farklılık yapmayı seçerseniz siz de bu sene, ben vizyon panosunu anlatana kadar, bu yazıyı okuduktan sonra, ertelemeden kendinize vakit ayırın. Ruhunuzun fısıltısını, bedeninizin arzusunu duyabileceğiniz bir alan oluşturun ve alın kağıt kalemi elinize. ” Ben bu hayatı nasıl deneyimlemek istiyorum? Neler olsun? Kimler olsun? Ben bunların içinde nasıl hissedeyim? ” Sadece bu yıl olarak düşünmeden, hayata bütünüyle bakarak yazın. İstediklerinizi duyamıyorsanız, neyi istemediğinizi yazarak başlayabilirsiniz. Buradan istediklerinize sırayla ulaşabilirsiniz. ” Böyle olsun istemiyorum, Şöyle hissetmek istemiyorum… O zaman ne istiyorum? ” Kendinizi böyle böyle duyabilirsiniz.

Eğer tıkanırsanız, duymakta zorlanırsanız bana mailimden ulaşabilirsiniz. İsteklerinizde netleşmek ve seçim noktasına gitmek konusunda birlikte ilerleyebiliriz. Ne dersiniz?

Haydi o zaman, siz seçimlerinizi yazarken ben de yeni yazımı hazırlayayım ve bir sonraki aşamaya, yazdıklarınızı görselleştirmeye geçelim.

Görüşmek üzere

 

 

” Kendinizi anlatın.” desem neler derdiniz?  Hangi sıfatlar gelirdi aklınıza ? Buna bir bakın olur mu? En iyisi yazın. Sonra biraz daha derinleşin burada. Bunları kim söyledi size? İlk kimden duydunuz böyle biri olduğunuzu? Etiketlerinize bakın. Kaç yaşındaydınız ve ilk kez kim söyledi bunu ve hiç değişme payı bırakmadan – ki belki de öyle değildiniz – bugüne taşıdınız? 

Ya esneseyebilseydiniz? Kutupluluk üzerinden gideceksek , bugün dağınıkken, yarın düzenli olmayı seçebilme hakkınız olduğunu bilseydiniz? Bugün neşeliyken, yarın hüzünlü olmaya hakkınız olduğunu da? Dün tembelken, bugün çalışkan olma hakkınız olduğunu da? Kaç kez tembel dediler ve “evet ebeveynlerim haksız olamazlar, o zaman öyleyim” dediniz ve bugün ve her gün bunu ispatlamaya çalışıyorsunuz? Ya da sırf öyle demesinler diye olmadığınız biriymiş gibi davranıyorsunuz? Bu siz değilsiniz. Bu size söylenenler. Etiketleriniz. Ya da belki öylesiniz. Ama bunu kötü kıldınız ya da iyi. Ancak böyle kabul edildiğinize ve sevildiğinize inandınız.

Önce kendi etiketlerinizi farkederseniz, sonra bunu çocuğunuzda çok daha rahat farkedebilirsiniz.

“Ne düşünüyorum çocuğum hakkında? ” Yüzüne söylemekten bahsetmiyorum. Sizin bildiğiniz ama onun bilmediğini düşündüğünüz ya da bildiğini bildiğiniz etiketleri neler? Zor, kolay, başarılı, dağınık, tembel, akıllı, uyumsuz, kıskanç, cimri, patavatsız, düzenli…. 

Bunları şimdi bıraksaydınız ve onu her gün yeniden tanımayı seçseydiniz? Çocukları bilirsiniz, bir şeyi milyon kez inceleyebilir, farklı bir yönünü keşfedebilirler. Siz de onlara öyle yaklaşsaydınız? ” Acaba bugünü nasıl biriyle geçireceğim?  Bir sonraki gün yine aynı kişi olabilir. “Peki ben bu hali etiketlemeyi bıraksaydım? ” Belki bu ona hediyedir, bilemezsiniz, bilemeyeceksiniz. Ama ona tüm kalbinizi açarsanız görebilirsiniz. 

Olduğu hali tanımsızca kabul etmek. Bütünüyle böyle bakabilseydiniz?  Belki ilerisi için ona yardım ettiğinizi düşünüyorsunuz… Kendi hayatınızın bile ilerisini bilemediğiniz gibi, onun hayatının nasıl devam edeceğini bilemezsiniz değil mi ? Tüm bunlar sizin yargılarınız. 

Çocuğunun ihtiyaçlarına duyarlı ve onları önemseyen, sağlıklı ebeveynler için bu sözlerim:  niyetinizin iyi olduğunu anlıyorum, tahmin ediyorum, duyuyorum. Tanımsızlığın, milyonlarca tanım içinde ve öğrendiklerimiz düzleminde kolay olamayabileceğini de anlıyorum, yaşıyorum da. Ama deneyebilirsiniz. Olanlara siz bile inanamayacaksınız. Bu size şöyle geliyorsa yanılıyorsunuz ” Ay ben şimdi demezsem, düşünmezsem değişecek ve tam istediğim gibi biri mi olacak? ” :)) Hayır, o kendi olacak, şu an ki gibi ya da değil bilmiyorum , bildiğim, kabule geçtiğinizde tanımı bırakıp, siz onun kendi olmasına aşık olacaksınız. Ve ona bu alanı açtığınız için kendinizle gurur duyacaksınız…

Tam bunu yazarken şu da canlandı , ” e bırakayım o zaman tembel kalsın, bakalım n’olcak? ” Burada nasıl alıp kabul edemediğinizi ve tembeli hala nasıl kötü kıldığınızı farkedin. Alıp kabul edemediğinizi. Böyle çok da içinize sinmediğini. “Etraf ne der?” e takıldığınızı. Onun geleceğinden kaygılandığınızı. Tüm bunlar hep sizin konunuz, onun değil. O bunlarla ilgilenmiyor. O, bu… Ya da o siz sadece öyle etiketlediğiniz için öyle. Ya tembellik kötü değilse? Ya sizin bakış açınıza göre tembelse? Ya da tembellik hediyeyse? Bilemezsiniz. Bilemeyeceksiniz. Ama ona tüm kalbinizi açarsanız görebilirsiniz.  ( Girişimcilik yolculuklarının bazılarında tembelliğin hediyelerini okudunuz mu hiç? :))  Okuyun:) )

Şimdi tüm bunları okurken neler hissettiniz, neler düşündünüz? Hangi anılar canlandı zihninizde? Dönüştürmeye gönüllü olanlar için gelsin prosesler:

Tanımsızlığa gönüllü olsaydınız gerçek, bu neyi ortaya çıkarırdı? Kendinizi, çocuğunuzu ve dünyanızı tüm etiketlerden kurtarsaydınız acaba hayatınız neye benzerdi?

‘Başarıya yüklediğim tüm anlamları, tembelliğe, çalışkanlığa, başarısızlığa, uyumluluğa ve uyumsuzluğa, düzene ve dağınıklığa ( siz kendi tekrarlarınızı da ekleyin buraya, ne düşünüyorsanız çocuğunuz hakkında bütün sıfatları ekleyin ) yüklediğim bütün tanımlamaları iptal ediyorum.’

Çalışkanlığı, zenginliği, uyumu, düzeni, başarıyı, kariyeri nerede hayati, gerçek ve değerli kıldınız?

Sanmayın ki sadece olumsuz kelimeler katılık yaratıyor. Sürekli başarıyı pohpohladığınız yerde de katılık yaratıyorsunuz. Başarısız olma ihtimalinin olduğu hiç bir işe başlayamama, başarmak zorunda çabası onun etiketinin yükleri olabiliyor. ” Yani ne diyelim çocuğumuza? ” diye bir soru geçiyorsa aklınızdan, bir şey deme ihtiyacınıza bakabilirsiniz. Etiket olmadan konuşabilir misiniz, kabul edebilir misiniz veya destek olabilir misiniz ?  Emeğini, yaşamını, var olma halini onaylayabilir misiniz?

Sırf sizin gibi olsun diye ya da sizin gibi olmasın diye çabaladığınız, yaralarınızı onun üzerinden şifalandırmayı ( bilerek ya da bilmeyerek ) seçtiğiniz her yeri yıkıp yaratımını iptal edelim mi?

Çocuğunuz hakkında hiç bir fikriniz olmasaydı? Her gece bütün tanımlarınızı iptal ederek uyusaydınız ve yarın onun hakkında hiç bir düşünce sizi ve onu hapsetmeseydi? Acaba bu nasıl olurdu? Buna izin vermeyen her yeri yıkıp yaratımını iptal edelim mi? 

Ne olmasından korkuyorsunuz? En kötü ne olmasından? Bu korkuyla daha önce kendi hayatınızda karşılaşmış mıydınız? Bu, kendinizle ilgili olabilir mi? Onun kendi olmasına izin vermediğiniz, denemesine, yanılmasına izin vermediğiniz, doğrularınızı hayati gerçek ve değerli yaptığınız, yanlış dediklerinizin de hayata dahil olduğunu alıp kabul etmediğiniz her yeri yıkıp yaratımını iptal edelim mi?

Ebeveyn= ? tek kelime ne demek? Düşünün. Aksın. Ebeveyn olmaya yüklediğiniz tüm anlamları yıkıp yaratımını iptal edelim mi? O bir birey. O sizden ayrı bir birey. Sizin istediğiniz gibi olmak zorunda değil. O kendi yolunu deneyimliyor. Buna gerçekten izin verebilir misiniz? Buna gönüllü olabilmek için hangi enerji, alan, bilinç ve seçim olabilirsiniz? Sadece gönüllü olun. 

Onu her haliyle sarabilir misiniz? ” Atsan atılmaz, satsan satılmaz. ” reddedişinden değil, tam kabulden. O ne olmayı seçerse, bunu onun dünyasından tanımayı seçer misiniz? Onu, ondan dinlemeyi ve ona her gün başka biri olabileceğini ve her ne olursa olsun seveceğinizi söylemeyi seçer misiniz? Ya bu sarmalanma hali onun hayatına şifaysa? Etiketsizliği onun dünyasına hediye olacaksa? 

Ebeveyn olmakla ilgili kendi üzerinize fazladan yükler aldıysanız bu zamana kadar, hepsini bırakmaya gönüllü olur musunuz? Onu ve kendinizi özgür bırakmaya? Yakanızdan düşmeye yani:) Buna gönüllü olmanıza izin vermeyen her yeri yıkıp yaratımını iptal edelim mi? 

Geçmiş, gelecekten çıkıp onunla anlarınızın tadını çıkarmayı her an biraz daha fazla seçseydiniz, anılar biriktirmeyi, planlar yapmayı, hayaller kurmayı seçseydiniz, belki uzun süredir birlikte yapmadığınız ama sevdiğiniz bir şeyi yapmayı seçseydiniz ya da sadece sarılmayı, sizin için neyse o , bu ne yaratırdı ? Bunun hediyeleri neler olurdu? İlişkiniz neye benzerdi?  Ona eşlik ettiğiniz her anın değerini yok eden bütün girdapları, otomatik cevaplama sistemlerini, blokajları, tanımları, yeminleri yıkıp yaratımını iptal edelim mi? 

Gerçek , hayallerinizden de öte bir yolculuk yaşamanız için, ilişkinizin dilini sevgiden, kabulden, izinden ve özenden yana seçmeniz için hangi sonsuz olasılıklar var? Tüm bunları algılamanız, olmanız, bilmeniz ve alıp kabul etmeniz için neler mümkün? Tün bunlara kendinizi açmanız için hangi enerji, alan, bilinç ve seçim olabilirsiniz? ( Bu soruyu sorun ve bırakın, özgür bırakın. Hayatınıza aksın. ) 

Kolaylıkla.

Farkedebilirim önce.
En çok hangi cümleleri söylüyorum ona hata yaptığında, başarısız hissetiğinde, ağladığında, öfkelendiğinde, üzüldüğünde, düştüğünde?
Anlayabiliyor muyum onu?
Geçiştirmeye mi çalışıyorum yoksa?
Ağlamasın diye, önemsemesin diye hemen bir çırpıda geçsin diye.
O halini sarabiliyor muyum?
Kabul edebiliyor muyum onu öyle her haliyle?
İnsana dair olan her şeye hakkı olduğunu önce ben biliyor muyum?
Hata yapılabilir, canın yanınca ağlanabilir, insan üzülebilir, bazen beceremeyebilinir.
Hepsine hakkı olduğunu biliyor muyum?
Yoksa -meli, malı larım, zorunlu, şart kıldıklarım mı var?
” Tabi ki dikkatli olmalı. ”
” Başarılı olmak zorunda, hayatta başka türlü ayakta kalamaz… ”
” Ben ona gerçekleri öğretmeye çalışıyorum, hayatı öğrensin şimdiden. “

Farkedebilirim sonra.
Benim içimde dönen cümleleri duymayı, bakışları görmeyi seçebilirim.
En çok hangi cümleleri söylüyorum kendime hata yaptığımda, başarısız hissetiğimde, ağladığımda, üzüldüğümde, düştüğümde?
Ne hissediyorum?
Sonrası aynı işte.
Ben bu iç sesi nereden geliştirdim acaba?
Kimden duydum bunları?
Gerçek mi?
Bana iyi geldi mi?
Şu an ki hayatıma katkı mı?

Sonraaaa gelebilirim şuraya.
Suçlamaların, kurban olmanın ötesinde bir yer var.
Yetişkin olma sorumluluğumu aldığım bir yer.
Yaralarımı artık kendim onarabilirim.
Birlikte büyüdüğüm herkes de birilerinin yanında büyüdü. Bu bir zincir. Onlar da o zincirin halkası. Bu onların bakış açısıydı. Ve çoğu bildiklerinin en iyisini yapmaya çalıştılar.
Büyüdüm.
Ben büyüdüm.
Kendim yapabilirim, deneyebilirim.
Kendim yeni gerçekler yaratabilir ve onlara bakabilirim.
Ve oralara şefkat gösterebilirim.
A aaa bir de bakmışım ki, çocuğuma olan seslerim de değişiyor.
Ne güzel.

Bilelim ki; çocuğumuzun yetişkinlikteki iç sesi sadece ona söylediğimiz cümlelerden olmayacak, bir de bizim kendimize söylediğimiz seslerden oluşacak.
Ona neler duyurmak isterdim?

Kendim üzerine, en çok kendim üzerine çalışabilirim.
Bu bize iyi gelebilir.
Yeni bir dil bulabiliriz.
Şefkatli.
Birlikte, el ele, kalp kalbe.
Kolaylıkla.

Kızımın yeni yeni, her şeyi denemek için yoğun çaba sarfettiği dönemler. Bardaklar düşüyor, kırılıyor, elindekiler kayıyor. O sırada bi ses geliştiriyoruz kendiliğinden: ” a ooo, kırıldı / Sen iyi misin? / Hadi toplayalım / temizleyelim ne dersin? “
Tüm benzer sahnelerde aynı dili kullanıyoruz. Masal her seferinde bizi izliyor, tepkimizi; hiç değiştirmemeye çalışıyoruz. Sonra ortak dilimiz oluyor, Masal da söylüyor:)
Tam o zamanlarda bir seminere katılıyorum. Özşefkatle ilgili. Christopher Germer şuna benzer bir şey diyor: öz şefkate yaklaştığınızda göreceksiniz. Elinizden bir şey düştüğünde, kırıldığında kendinize ne diyorsunuz? Bu söylemleriniz değişecek, buradan da başlayabilirsiniz / anlayabilirsiniz ( tam hatırlayamıyorum ama anlamı böyle )
” İşte bu. ” diyorum, bilmeden Masal’ın bedenine ne güzel bir ses duyurmuşuz, ileride kendini dövmeyecek böyle sahnelerde. Bi’ gurur geliyor önce, sonra semineri daha fazla dinleyemiyorum.
Çünkü bazı anılar canlanıyor zihnimde. Öyle canlı ki… Çocukluğuma dair, uzun süre yaşadığım…Yanlışlıkla olan tüm dökmelerimde , kırılmalarda, düşmelerde bana bakan bir çift göz hatırlıyorum utandıran, yargılayan, korkutan ve ” cık cık ” yaparak başını çeviren. Dökmeyeyim diye çabalarımı hatırlıyorum sonra. Ne büyük korku… Öyle bir şey ki , o bir çift gözle aramıza mesafeler girdikten sonra da her benzer kazada etrafa bakıp o gözlerdden var mı diye arayan birine dönüşüyorum. Bakan göz bulamadığım zamanlarda da hala öyle tedirgin, kaygılı. Hiç değişmiyor. Utanıyorum.
…O gece o seminerden sonra bana bir şey oluyor, çok güzel bir şey oluyor hem de. Sadece Masal’a değil, kendime de aynı sesi duyurmayı seçiyorum : ” a ooo düştü, olsun toparlarız, temizleriz. Sen iyisin ya, önemli olan bu. “
İnanamıyorum.
Diyebiliyorum…

Bana bakan bir çift göz var yine hep yanımda; o boncuk boncuk bir çift göz benim çocukluğumu da benimle birlikte sarıp sarmalıyor, her geçen gün daha da.” Düştüüü” diyor, gülümsüyor. O gülümsüyor ya, çocukluğum gülüyor. Utancı, kaygıyı, korkuyu yere bırakıyor. Şifalanıyor.
Canım miniğim. Canım… Bana neler ediyor bilmiyor.

 

Yakın zamanda bir arkadaşım, çocuğunun iştahsızlığından bahsetti ve önerimi sordu.
Çocuk doktoru değilim, bu konuda bir uzmanlığım da yok. Benin dilim her bireyi, kendi dünyasından tanımaya, anlamaya çalışmak o kadar.
Biz güzel güzel anne-anne sohbetine başladık. Fakat bir yerden sonra başka bir şeyler açığa çıkmaya başladı. En iyi bildiğim ve yaptığım şeylerden biri koçluksa, bir kaç soruyla konunun tam olarak ne olduğuna bakmanın tam zamanıydı sanki.
Doktoru sağlıklı olduğunu söylüyor, anne sağlıklı olduğunu görüyor. Devam ettikçe konuşma, ne çok şeyi sevdiğini ve yediğini bile farkediyor anne hatta:))
Ve sonunda esas yere ulaştık. Konu şuydu; Çocuğu zayıftı ve yakınındaki bir kaç kişi çocuğunun kilosundan memnun değildi.
” Bi’ beğendiremedim kilosunu…”
Dışarıda görünen zorlanmanın içeride karşılığı başka, bambaşka.
Konu çocuk değil, konu iştah da değil.
İspat çabalarımız ( iyi anne, başarılı anne… ) , kabul görme – onaylanma ihtiyaçlarımız – öğrenilmiş anne şekilleri, idealize edilmiş çocuk şekilleri veya kendi çocukluğumuz… Herkeste karşılığı farklı.
Konu, eleştirilmek de değil. Yoldan geçen bile eleştiriyor ebeveyni canı isterse. Önemli olan bu eleştiridr bana ne oluyor? Ne yapıyorum? Ne hissediyorum? Kendimi yanlış, onu doğru mu yapıyorum her seferinde?
Genelde / bazen böyle olur, seans alanlar bilir.
Bir sonuçla gelirsiniz, konuda derinleştikçe, esas konu ve sonuç arasında epey mesafe çıkabilir.
Yeter ki kaynağa erişelim. ” Burada ne oluyor? Görünenin ötesinde ne oluyor? ”
Başka hiç bir şey konuşmaya ve yapmaya gerek kalmayabilir bu noktadan sonra.
İnsan neyi neden yaptığını bi’ farketsin – sonrası öyle hafiflik ki.
Ama insan, bir sonuca takılıp kaldıysa, ardında ne olduğunu göremeyebilir.
Neyi neden yaptığını anlayamayabilir.
Destek almak değerli bu noktada.

Belki sizin de şu an yaşadığınız bir döngü varsa kıramadığınız, acaba burada gerçekten ne oluyor, burada size ne oluyor? Ne hissediyorsunuz ve isteğiniz ne? diye bakabilirsiniz.
Görmek, ifade etmek bazen kolay olmayabilir.
Yeter ki gönüllü olun görmeye.
Belki kendi başınıza, belki destekle çıkın oradan.
Sancıları uzatmamak da bir seçim.
Seçin.
Dilerim.

Şunu belirtmek isterim: Yazıyı annenin iznini alarak paylaştım. İkinci önemli konu, bahsettiğimiz çocuğun yaşı tam da birey olduğunu algıladığı dönem, buralarda yemek seçmek zaten normal – bence hep normal 🙂 Ve son olarak, eğer konuşmanın içeriğinde çocuğa dair bir şey farketseydim, konu çocuk olsaydı gerçekten, o zaman koçluk biter ve gerekli yönlendirme yapardım.

Düşünün ki, 3 kişi oturuyorsunuz. Sohbetin bir bölümünde ya da tamamında diğer 2 kişi sizin hakkınızda konuşuyorlar.
Utandığınız anları, yükledikleri sıfatları , sizin hakkınızdaki bakış açılarını anlatıyorlar birbirlerine ya da biri anlatıyor, diğeri sorup duruyor. Bazılarına filtre koyuyorlar isminizi geçirmeyerek cümle aralarında, bazılarında direkt sizi işaret ederek anlatıyorlar.
Ne hissederdiniz?
O sırada ne yapardınız?
Konuşan iki kişiye karşı tavrınız ne olurdu o sırada ya da sonrasında?
Peki ilişkiniz nasıl olurdu?

Sanırım olan bu.
Çocuklara, belli bir yaşa kadar olan bu.
O öyle, bizim bildiğimiz dilden sohbete dahil olamayınca varlığı o ortamda yok sayılıyor, görünmez oluyor, ne tuhaf değil mi?

O orada.
Siz konuşurken arkadaşınızla, babasıyla/annesiyle , o orada, yanınızda.
Yaramazlıkları, inatları, yormaları, tüketmeleri, huysuzlukları ( bunlar bizim koyduğumuz etiketler, bu ayrı yazı konusu) ya da utanabilecekleri anılar ( sırf komik diye anlatma isteğimiz, bize komik! ) her anlattığınızı duyuyor.

Yoksa anlamıyorlar gibi mi geliyor size de?
Annem bazen soruyor, anlıyor mu şimdi hepsini?:)
Anlıyorlar.
Duyuyorlar.
Görüyorlar
Hissediyorlar.
Sözle anlamasa enerjiyle anlıyorlar, mimiklerimizden anlıyorlar.
Ama anlıyorlar.
Aynı yetişkinler gibi.
Anlıyorlar.
Yetişkinler gibi cevap veremiyorlar sadece.
Ya da verse de susturuluyorlar, susturulmaya çalışılıyorlar.
” Benim hakkımda konuşmayın, izin vermiyorum”
” Burdayım beni göremiyor musunuz?”
” Bu yaptığınız doğru değil, yanımda yapmayın bari. “
” Benim hakkımda gerçekten böyle mi düşünüyorsun? “
” Utandığım, suçlandığım şeyleri burda anlatmaya hakkın var mı, onlar benim özelimdi, iznimi almadın bile. ” diyemiyorlar.
Deselerdi eminim başka olurdu her şey.

Olsun.
Onlar diyemiyor olsa da biz onları gerçekten görmeyi seçebiliriz.
Anlatma isteğimizi öteleyebilir ya da altındaki sebebe bakabiliriz.
Kendi çocukluğumuzda, bizim hakkımızda başkalarıyla konuştuklarında ebeveynlerimiz, ne hissettiğimize bakıp daha kolay buradan çıkabiliriz.
Ve sonra tüm bu olanları onarabiliriz.
İlişkimizi onarabiliriz.
Kolaylıkla olsun.

2020 den notlar…Hatırlanası…

…Bu yılın ilk 6 ayında döne döne okumayı seçtiğim kitap biliyorsunuz Dain ‘in kitabı olmuştu. Geçen gün aklıma , içinden bir kısmı sizinle paylaşmak geldi.

Dain kitabında Gary nin 6 yaşında yaşadığı bir olaydan bahsediyor. Gary annesiyle ilk kez dönme dolaba binecek ve çok heyecanlı. Yerinde duramıyor. Annesi ona ” sakın korkma canım ” gibi bir cümle söylüyor. Halbuki Gary ‘nin hissettiği şey sadece heyecan , korku değil. Ve bundan sonraki tüm hayatı boyunca Gary , heyecanlandığı her yerde korktuğunu varsayıyor. Ve korku kelimesine bakış açılarımızı bilirsiniz.
Ve devamında şöyle soruyor Dain; sizin korku adını verdiğiiz şeyin ne kadarı aslında sizin yanlış tanımladığınız heyecandır? Ve sonra bu konuya seçim yapmayla devam ediyor.

Kaçımız duyguları tanıyoruz, kaçımız öğretildiği halini kopyalayıp öyleymiş sanıyoruz? Duyguları tanımlamak için onları tanıyor olmak, isimlerine de aşina olmak önemli.
” İyi hissettim, kötü hissettim ” in ötesinde bir yer burası. İnanın üzerine çalışınca öğreniliyor . Ve isme kavuşunca duygu, beden onu kendinden ayrı olarak görebiliyor, e yapışık değilse ona tutunmayı da bırakabiliyor, bir hafiflik gelir zaten hissedersiniz denerseniz
Özellikle ebeveynlikte aynalama tekniğinden bahsedilir .
Aslında beden duyguları bilir fakat tanımlama kısmını ve ifade ediliş şeklini çocuklar yetişkinlerden öğrenir. Çocuklarımız yaşadığı duyguyu tanımlamayı öğrenene kadar eğer ona siz destek olursanız rahatladığını gözlemlersiniz , anlaşıldığını bilir, sakinleşebilir ve daha anlamlı olanı hayatınının devamında duygularını tanımlayabilir , o duyguyla ne yapacağını bilebilir, kendi ihtiyaçlarını farkedebilir, şiddetsiz iletişimi kullanabilir hem kendine hem dünyaya.

Öğrenmek ister misiniz siz de yeniden? O halde başlayın. Önce duyguların adlarını inceleyin. Sonra kendinize dönün, en yakın zamanda yaşadığınız aklınıza yer etmiş bir sahneye gidin ve oradaki duyguyu tanımlayın. Bazen zor olabilir.
Yaptıkça yaptıkça bunun kolay olduğunu göreceksiniz. Ve duygunuz isme kavuşunca , önce durulduğunuzu, sonra güçlendiğinizi de algılayabilirsiniz. Bu kısım sihirli:) Nedeni başka yazının konusu.
İlk adım tanımak olsun.

Kolaylıkla.

-Bunlar iyi hoş da bir de gerçek hayat var…

Hayatın gerçekleri var evet , bu dünyanın bir gerçeklik algısı var, Peki ya senin gerçeklerin? Senin hayatının gerçekleri ne?

Kişisel gelişime dair bilgiler ışığında, bu yolda gördüm ki, teorik kısmı pratikte uygulayamıyorsak cümle tam da böyle oluyor.
” Gerçek hayat × ?? ” Burası herkese göre değişebilir.
Sesli dile getirenler ne ala. Peki ya içinizden bir ses tüm bu kişisel gelişim içeriğinde olan bilgilere, çalışmalara inanma diyorsa ve onunla sürekli bir savaş halindeyseniz? Hani bir görseniz şu-bu-o çalışmaların sonuçlarını , o zaman gerçek ve sanki uydurulmuşcasına bilgiler birlikte ilerleyecek gibi değil mi?

Bırakın tüm bilgileri bir süreliğine, dilerseniz tamamen. Gerçeklerinize bakın önce.
Tam yüzüne, neyse o.
Sonra tekrar bakın ve sıraya koyun, ne arzuluyorum bunlarla ilgili?
Ona – buna – şuna inanmak zorunda değilsiniz, zorundalık varsa illa , bu kendinize inanmak olsun.
Kendi varlığınızın gücüne inanmak olsun.
Kendime inanıyor muyum?
Bu ne?
Bununla ne yapabilirim?
Bunu değiştirebilir miyim?
Değiştirebilirsem nasıl değiştirebilirim?

İnandığınız yerden başlayın.
Bırakın tüm bildiklerinizi.
Yeni, hiç denemediğiniz ve çok da sarsmadan adımlar atın. Minik minik. Bebek gibi. Önce emekleyin, yürüyün ve sonra koşacaksınız. Süreçle birlikte emeğinizle olacak hepsi.
Kendinize inanın.
Gerçekliğinizi istediğiniz gibi yaratın.
Gerçek hayat ve diğer işte o neyse , … hayat diye ayırmadan kendi teoriğiniz , kendi pratiğinizle.
Destek almayı seçerseniz de , orda bilin ki sizi gerçekliğinizden ayırmaya çalışmıyor kimse. Aksine sizi size hatırlatmada yol arkadaşlığı ediyor. Gerçek hayat dediğinize yeniden bakmanızı istiyor. Tüm bunlar %100 doğru olabilir mi?
Yeter ki içiniz ve dışınız aynı şeyi söylesin.
Burası hafif. 

Kolaylıkla.

Yarış, rekabet…

Yemek yemeyen çocuksak ” bak o yedi, senden daha büyük olacak ” diye yanımızdaki çocukla , okulda bizden daha yüksek not alan arkadaşımızla , evde daha hareketli ( bazılarınca yaramaz ) olan kardeşimizle kıyaslanırken ya da yarışırken bulduk hep kendimizi. Bazen o başarılı! olan biz olduk, gururlanırken arkadaşımızdan utandık. Çünkü gururlanan belki de biz değildik, öğrenilmişlikler.

” Yarışmalıyım. Hayat mücadele . Herkes benim rakibim olabilir. ” Hatta bazı iş kollarında bu rekabet çok güçlü anlatılır. Biliriz ki pasta dilimlerinden bahsedilir, o alırsa sana kalmaz, sen büyük pay alırsan ona az pay kalır gibi gibi. Bereketin, işin, varlığın sonsuzluğunu pasta dilimine çeviren ilginç bakış açılı insanlar:)

Karşınıza mutlaka birini koyuyorsunuz siz de , alışkanlık bu ya, başka türlü rekabet olamaz zaten, diğerinin güzelliğine , başarısına , statüsüne , yeteneklerine bakıp kendinizi hemen hemen her an yerle bir ediyorsunuz, yanlış , eksik ilan ediyorsunuz . Ya da hırsı sadece yarışla hayatınıza dahil ediyorsunuz . Belki öyle değildir!!! Ya da karşı tarafı yargılayarak , kınayarak , beğenmeyerek kendi değerinizi onun üzerinden ispat etmeye çalışıyorsunuzdur her seferinde. ” Aman canım bunu yapmakta ne var? “”Baksana tam yapamıyor bile. “” O değil , ben hakediyorum görmüyor musunuz? “

Şimdi hadi tüm bu hikayeleri bırakalım. Koşmanıza gerek yok , olabildiğinizi görmek için diğerlerine bakmanıza gerek yok. Bu realitelerin ötesinde, kendi realitenizi belirleseydiniz bu nasıl olurdu? Onlarla , diğerleriyle, dünyayla bu yarışı – devamı savaş – bu savaşı bıraksaydınız hayatınız nasıl olurdu?
Tamam. Kıyaslamaya çok fazla maruz kalmış olabilirsiniz. Ve şimdi bunu değiştirebilirsiniz. Önce kabul edin, bu halinizi tam bulmayan siz misiniz yoksa içinizdeki ebeveyn mi? Netleşin ve iyi bakın.
Eğer bu haldeki sizi , biricikliğinizi, değerinizi gerçekten tanıyor ve biliyor olsaydınız , o yanıbaşınızdaki sonsuz varlığı da onurlandırıyor olsaydınız, onunla barış içinde olsaydınız, işiniz, ilişkiniz, finansal durumunuz neye benzerdi?

“Yüzümü kendime dönebilirim.
Kendi potansiyelimi ortaya çıkarabilirim.
Kendimi ortaya çıkarabilirim.
Kendime güvenebilirim. ”

Kendinizi ortaya çıkarmanız için başkalarını referans almanıza gerek yok. Hadi bir seçim yapın , sadece kendinizden yola çıkan ve kendine odaklanan, merkezine.

Kolaylıkla.